Türkiye’yi baskın seçime götüren ekonomik göstergeler eylül ayı başı itibariyle bozulmaya devam ediyor. Hem ülke dışında finansal koşullar zorlaşıyor hem de ülke içinde girilen kur-faiz, enflasyon kısır döngüsü daha fazla can yakıyor. Mevcut veriler durumun daha kötüye gideceğini gösterirken sermaye sınıfının farklı kesimlerinden gelen açıklamalar egemen sınıf içinde itişmenin şiddetleneceğini gösteriyor. Ekonominin yavaşlayacağı (ve bir süre sonra daralacağı), hayat pahalılığının hiç olmadığı kadar artacağı, küçük ya da büyük ölçekli pek çok şirketin iflas edeceği ve zaten yüksek olan işsizliğin daha da tırmanacağı bir döneme giriyoruz. ABD ile yaşanan ve İzmir’de ev hapsinde bulunan Rahip Andrew Brunson üzerinden patlak veren kriz (ekonomik krizin değil krizi şiddetlendiren ek bir faktör olarak değerlendirilmeli) de eklendiğinde tablo ağırlaşıyor.
Önce dış koşullardan başlayalım. Dış (yabancı) sermaye akımlarına göbekten bağımlı bir ekonomi için elbette ki dünyadaki gidişat hayati derecede önem arz ediyor. Dünyada bir sarsıntı olsa Türkiye’de deprem oluyor ve dünyada sarsıntıdan öte bir depremin yaklaşmakta olduğu görülüyor.
Bol ve Ucuz Para Dönemi Bitti
AKP liderliğinde Türkiye ekonomisinin 2009 krizi sonrasında yüksek büyüme oranları yakalamasında dünyada 2008 yılında patlak veren küresel finans krizi sonrasında ortaya çıkan finansal gevşeme politikaları etkili oldu. Dünyada para bol ve ucuzdu. ABD, Avrupa, İngiltere ve Japonya merkez bankaları faizleri rekor düzeyde düşürerek ve tahvil alımları yoluna giderek piyasalara para pompaladılar. Nitekim bu politikalar sonucunda 2007 yılı başında 3.5 trilyon dolar civarında olan dört büyük merkez bankasının toplam bilanço büyüklüğü, 2018 Temmuz sonu itibarıyla 15.3 trilyon dolara yükseldi. Bu sayede Türkiye gibi “gelişmekte olan” ülkelere ciddi miktarda para girişleri oldu ancak süreç artık tersine dönüyor ve para evine dönüyor. Uluslararası kredi derecelendirme kuruluşu Fitch tarafından yayımlanan1 yukarıdaki grafik, 2009-2017 yılları arasında ortalama 1.2 trilyon dolar olan tahvil alım miktarının, 2018’de 469 milyar dolara düştüğünü, dahası 2019’da bu miktarın eksiye döneceğini ve paranın net olarak evine döneceğini gösteriyor.
Faizlerde yükselişe ve tahvil alımlarının eksiye dönmesine yükselen ticaret savaşlarını ve hisse senedi piyasalarında yaklaşan fırtınayı2 eklediğinizde tablo tamamlanıyor. 2018’de sarsılan Türkiye ve benzeri ülkeleri, 2019 ve sonraki yıllarda daha sancılı bir dönemin beklediğini söyleyebiliriz.
Dış Borç Betona Gömüldü
Evet, gelişmiş ülkelerde faizler düşüktü, dünyada bol para vardı ve Türkiye’ye de yüz milyarlarca dolar para girişi oldu. Peki, Türkiye bu parayı ne yaptı? Betona gömdü. Evet, ironi olarak söylemiyoruz. Kelimenin gerçek anlamıyla betona gömdü. Değerli Marksist iktisatçı Erinç Yeldan’ın Türkiye istatistik kurumu (TÜİK) verilerini kullanarak yaptığı hesaplamaya göre, 2010-2017 döneminde Türkiye’nin inşaat yatırımlarının toplamı 551 milyar dolara ulaştı.3 AKP’nin iktidara geldiği 2002 yılında 43 milyar dolar olan Türkiye’nin dış borç stoku, 31 Mart 2018 itibariyle 466.7 milyar dolara yükselirken, yani yaklaşık 10 katına çıkarken, kaynaklar yeni fabrika açılması için değil üretken bir yatırım olmayan inşaat için kullanılmış oldu.
İnşaatta Yolun Sonu Göründü
Peki, bir dönem kârlı bir yatırım aracı olarak görülen inşaat sektörü ne durumda? Vergi indirimlerine ve kamu bankalarının siyasi talimatla düşük faizle kredi vermesine rağmen, 2018’in ilk yarısında Türkiye genelinde konut satışları 2017’nin aynı dönemine göre yüzde 1.3 düşerek, 654 bin 363’ten 646 bin 32’ye geriledi. Üstelik bu düşüş, Haziran ayında kamu bankalarının düşük faizler belirlemesine ve stokları eritmek isteyen firmaların indirim kampanyalarıyla satışlarda geçen yılın aynı dönemine göre yüzde 22.4’lük artış kaydedilmesine rağmen yaşandı. Bu kampanyanın bitmesi ve faizlerin 5-6 puan birden yükselmesiyle yılın ikinci yarısında konutta kötüye gidişin hızlanması bekleniyor.
Satışlar düşerken fiyatlar da reel olarak düşüyor. Fiyatlardaki düşüş, konutu yatırım aracı olmaktan çıkardığı için önemli. Türkiye’de konut fiyatları, Haziran ayında yıllık bazda reel olarak yüzde 2.3 düştü. En çok konutun satıldığı İstanbul’da fiyat düşüşü daha şiddetli olup yüzde 7.8’e ulaşırken, Ankara’da bu oran yüzde 4.8 oldu. Konut kredi faizlerinin yüzde 20, mevduat faizlerinin ve enflasyonun yaklaşık yüzde 18 olduğu bir ülkede, reel olarak fiyatı düşen konut doğal olarak yatırım aracı olmaktan çıkıyor. Üzerine yüzde 30’a dayanan inşaat maliyet endeksindeki artışları eklediğinizde, Mayıs ayında 2 milyon 130 bin olarak açıklanan konut stokunun kaynağını anlayabiliriz. Özetle, inşaata dayalı büyüme modelinin net olarak sonunun geldiğini söyleyebiliriz. Eylül ayında devlet desteğiyle başlatılan düşük faizli konut kampanyasının kriz ortamında istenilen sonucu vermesi beklenmiyor. Zaten, bu tür zorlama kampanyalar, ekonomiyi krize sürükleyen ekonomi modelinde ısrar anlamına geldiği için de krizin etkilerini ağırlaştırıcı bir etkiye sahip.
Kur-Faiz-Enflasyon Kısır Döngüsü
Türkiye dış borca ve inşaata dayalı büyüme modelinin sonunda kur-faiz-enflasyon sarmalına girdi. Bu üçlü birbirlerini olumsuz etkileyerek sürekli daha kötüye gidiyor. Türkiye ekonomisinin barometresi olarak kabul edilen Dolar/TL kuru ile başlayalım. 2016’da ortalama 3.02, 2017’de ortalama 3,65, 31 Aralık 2017’de 3.78 seviyelerinde olan Dolar/TL kuru, 13 Ağustos’ta 7.20 seviyelerine kadar çıktı. Bu durum, TL’nin 2018’in ilk 8 ayında Dolar karşısında yaklaşık yüzde 45 değer kaybettiğini gösteriyor. Özel sektör dış borcunun 325 milyar dolar, kamunun dış borcunun 141 milyar dolar, cari açığının 57 milyar dolar (Mayıs 2018 verisi) olduğu bir ülkede, kurdaki sıçrama kabus anlamına geliyor. Dış borcu çevirmek giderek daha zorlaşıyor.
Kurdaki yükseliş, sadece dış borç nedeniyle değil Türkiye’de üretim ithal girdilere bağımlı olduğu için (imalat sanayiinde ithal girdilere bağımlılık oranı yaklaşık yüzde 60) oranında tüm ekonomi için büyük maliyet oluşturuyor. Türk lirası, Dolar ve Avro karşısında değer kaybettiğinde, ithal girdi maliyetleri artıyor. İthal girdi maliyetleri artınca, fiyatlar artıyor, fiyatlar artınca enflasyon, enflasyon artınca faiz, faiz artınca finansman giderleri, finansman giderleri artınca üretim maliyetleri artıyor, bunlar artınca tekrar kur artışı oluyor. Çok tartışılan Türkiye Cumhuriyet Merkez Bankası’nın üç ayda 500 baz puan arttırması da bir işe yaramıyor. Faizler artsa finansman maliyetleri arttığı için ekonomi yavaşlıyor, faizler düşürülürse sıcak para çekilemediği için ve kur zıpladığı için yine üretim maliyetleri artıyor.
Ağustos’ta yüzde 17.90’a yükselen yıllık enflasyonun (TÜFE) ve yüzde 19.25’e çıkan TCMB fonlama faizinin, daha da yukarılara gitmesi, kısır döngünün şiddetlenmesi bekleniyor.
Sonuç
Bu tablo, konjonktürel değil yapısal bir krizle, bir sermaye birikim rejimi kriziyle karşı karşıya olduğumuzu gösteriyor. ABD ile yaşanan diplomatik krizin sürmesi ve ABD’nin Halkbank’a İran yaptırımlarını delme suçlamasıyla verebileceği olası ceza, ekonomideki olumsuz tabloyu ağırlaştıracaktır.
Önümüzdeki dönemde egemen sınıf için sürtüşmelerin artması kaçınılmaz. Nitekim bunun işaretleri geliyor. Ankara Sanayi Odası Başkanı Nurettin Özdebir “Türkiye ekonomisi öyle bir hale geldi ki işletmelerimizden çoğu Türk Ticaret Kanunu’na göre batık durumda. Varlıklarından daha çok borçları var.” diyor ve dövize bağlı olan inşaat sektörünün katma değer üretemediğini, bu nedenle inşaat yerine imalat sanayiinin desteklenmesi gerektiğini söylüyor.4
İstanbul Sanayi Odası Başkanı Erdal Bahçıvan da yükselen faizlere işaret ediyor ve 2017’de en büyük 500 firmanın 2017’de elde ettiği 70 milyar TL’lik faaliyet kârının yüzde 49.8’ini, yani 35 milyar TL’sini finansman giderine ayırmak zorunda kaldığını söylüyor ve inşaatın desteklenmesini eleştiriyor.
İnşaat devlerinden Sinpaş’ın Yönetim Kurulu Başkanvekili Ahmet Çelik ise “Mevcut mevduat faizi ile kimse konut alamaz. Konut kredi faizleri düşmeli, aradaki farkı devlet kapatmalı.” diyor.5
Bol ve ucuz para döneminin bitmesi, Türkiye ekonomisinin kısır döngüye girmesi, egemen sınıf içi sürtüşmelerle birlikte AKP’nin 15 yıldır bir şekilde yönettiği rant ve sadaka mekanizmalarında da sorun yaratacaktır.
Geniş halk kesimlerinde ve emekçiler arasında, hayat pahalılığı ve işsizlik daha can yakıcı şekilde hissedilecek, işçi sınıfının örgütsüz hali göz önüne alındığında anlık ve dağınık tepkiler artacaktır.
Koşar adım bir krize gidildiği, AKP’nin yeni bir ekonomik model sunamadığı, zor aygıtı ve devlet olanaklarına daha fazla yüklenerek ayakta kalabildiği, düzen muhalefetinin güdük kaldığı bu koşullarda, devrimcilerin emekçi sınıflar adına ve emekçilerle beraber siyasi ve ekonomik taleplerle ortaya çıkması, yeni ve zorlu döneme hazırlanılması büyük önem arz ediyor.
ABD ile yaşanan kriz, AB ile yakınlaşma, Rusya ve Çin ile kurulan ilişkilerin Batı’ya alternatif olup olamayacağı ve Saray Rejimi’nin krizi nasıl kendi lehine kullanabileceğine dair başlıkları bir sonraki yazıya bırakalım.
Dipnot
- https://www.fitchratings.com/site/pr/10039623
- https://www.ft.com/content/d10a-ba90-93ce-11e8-b747-fb1e803e-e64e
- https://www.cumhuriyet.com.tr/yazarlar/erinc-yeldan/betona-551-milyar-dolar-954947
- https://www.dunya.com/ekonomi/sirketlerin-cogu-ttkya-gore-batik-durumdalar-haberi-423826
- https://businessht.bloomberght.com/emlak/haber/2071042-gayrimenkulde-mevduat-faizi-rahatsizligi