Haziran’dan 5 Yıl Sonra Neye İhtiyaç Var?

Haziran’a (Gezi) giden sürece kısaca bir göz atarak başlayalım. Bu süreçte oldukça güçlü görünen bir iktidar ve başta Fetullahçılar olmak üzere tüm tarikatlardan liberallere, emperyalist ülkelere kadar uzanan ve bunun yanı sıra zaman zaman Kürt Hareketi gibi aktörlerde yarattığı olumlu beklentilere dayanarak da yol almasını bilen bir ittifaklar zincirinden bahsedebiliyoruz. İktidar bırakın yıkılmayı, sarsılmaz göründüğü uzunca bir uğrakta aynı zamanda -en azından er med kimi kesimler açısından- demokrat ve özgürlükçü sıfatlarını taşımayı başarabiliyor. AKP iktidarına karşı mücadeleyi önemseyen Sosyalist Hareket ise aynı dönemde bugünkü kadar olmasa bile toplumsal ölçekte ihmal edilebilir düzeyde sayılabilecek kadar dar ve etkisiz bir süreç yaşıyor. Ancak bugün yitirdiğini düşündüğümüz önemli bir özelliğe halen sahip: Kararlılık. Gezi öncesi sosyalist harekete baktığımızda en azından kısa vadede olsa bile kendi kafasındaki mücadeleyi örgütleme iradesine sahip ve bu irade doğrultusunda hareket eden bir toplam görebiliyoruz!

Tekel işçilerinin direnişi, sınav sorularının çalınmasına karşı liselilerin eylemleri ve ODTÜ Ayakta süreci1; benzer dönemlere denk gelen irili ufaklı mücadele başlıkları ile birlikte Haziran’a giden sürecin temell taşları olarak değer kazanıyor. Aynı zamanda FKF’nin yeniden kurulu şu gibi önemli bir kazanım ile de sonuçlanan bu direnişlerin Haziran Direnisi ile en önemli ortak özelliği, gidişattan rahatsız toplumsal kesimlerin nihayet kurtuluşu orduda, yargıda ya da emperyalistlerde görmeyip ancak kendi mücadelesi ile kazanabileceğini kavraması, işin başa düştüğünü görmesi ve göstermesi oldu.

Türkiye tarihinin belki de en büyük halk hareketi olan Haziran’a ilişkin onlarca yazı yazıldı. Beş yıl sonra Haziran Direnişi’ni bir kez daha anlatmayacağız. Ancak Haziran’ın nitelikleri arasında üç tanesini özellikle önemsiyoruz: İlerlemecilik, kitlesellik ve karmaşa. Bu nitelikler hem Gezi’yi, hem de Haziran sonrası süreci anlamak ve ona müdahale etmek açısından değerli.

Gezi Parkı’na yapılan saldırı ile birlikte rövanşist bir hırsla yerine yapılmak istenen gerici simge Topçu Kışlası, yobazlar iktidarının daha önceki müdahaleleri ile birleşince karşısında oluşan tepkinin modern, laik ve ilerlemeci bir karakter taşıması da kaçınılmaz oldu. Direnişin bu niteliği devrimcilerin müdahale edebileceği ve -abartmadan söylüyoruz- söz 1 konusu niteliği dürüstçe temsil edebilecek tek siyasi rotanın sosyalizm olması nedeni ile sosyalistler t. açısından da önemli bir müdahale m ve mücadele başlığıydı. Gezi ile d birlikte doruğa ulaşan ancak burada başlamayan ve direniş sonrasında da varlığını sürdüren bu bi arayış önemli bir toplumsal başlık de olmayı hala sürdürüyor.

Kitlesellik, direnişin hem umut vermesi açısından, hem de toplumsal meşruiyet kazanması açısından en önemli niteliği oldu. Haziran sonrasına da devreden kitlesellik sayesinde direniş, iktidar tarafın dan bile bir bütün olarak değil de parça parça düşmanlaştırılabildi ancak.2

Ancak bu kitlesellik hiçbir biçimde örgütlü bir birikime dayanmıyordu. Tamamen kendiliğinden oluşan kitlesellik, karmaşayı da da beraberinde getirdi. Sınıfsal konumlardan bağımsız, neyi istemediği konusunda bir noktaya kadar da olsa kararlı ancak neyi istediği ak konusunda tam bir kafa karışıklığının baş gösterdiği kitlelerde ciddi bir karmaşa hakimdi.3

Dalgaya yön vermesi gerekenler ise ilk başarısızlık anında ya kıyıya kaçtılar ya da fırtınalı denizlerde sürüklenmeyi devrimcilikten saymaya başladılar. Karmaşayı sosyalizm lehine çözme mücadelesi vermesi gerekenler, karmaşaya teslim oldu. Barikatın karşı yakasında ise Haziran Direnişinin etkisi ile iktidar, yalnızlaşırken kırılganlaştı. Bu kırılganlık döneminde ortaya çıkan hızlı sonuç alma beklentisi, mevcut gücün ve deneyimin yetersizliği ile birleşince devrimci mücadelede kararlılığın yerini dağınıklık aldı.

Sosyalist hareketin en azından bir yol haritası olarak dahi olsa devrimci stratejiden yoksun olma durumu, yani bu anlamıyla dağınıklığı yeni değil, elbette ülkemize özgü de değil. Neoliberal birikim modeline verilemeyen yanıt, reel sosyalizmin çözülüşü ve bunlara bağlı olarak sosyalist hareketin işçi sınıfı mücadelesi ile kurduğu ilişkinin değişen niteliği; sosyalist hareketin önünü görmesini zorlaştıtıran etkenler olarak tüm dünyada geçerli ve ayrı yazıların konusu olacak kadar geniş bir tartışma ihtiyacına işaret ediyor. Haziran sonrasında yaşanan ise kısa vadeliden plan yapma, siyaset üretme ve o siyasetin gereklerini yerine getirme gibi var olmanın temel koşullarını me dahi yerine getirmekten aciz bir ar konuma düşmek şeklinde özetlenebilir. Bir süredir sözünü ettiğimiz apolitizm-pragmatizm ikilisi bu acizlikten beslenerek hakim konuma geldi. Plansız ve dağınık sol, güncel konularda ya siyasetin dışında konum alarak hiçbir şey söylememiş oldu; veyahut tam da aynı anlama gelmek üzere her şeyi söyleyerek bir özne olarak aslında var olmadığını ilan etmiş oldu. Haziran’da ortaya çıkan arayışa yanıt veremeyenler, bu durumda insan içine çıkmanın ağırlığını taşımak istemediklerinden olsa gerek, iki görünmezlik iksirinden birisini içerek şifa bulmaya çalıştılar.

Öznenin olmadığı koşulda en büyük, en yaygın direniş dahi bulunduğundan daha ileri bir mevziye yerleşemez. Haziran Direnişi istisna olmadı. Direnişte ortaya çıkan kitlesellik, yürüyüş yapmanın ötesine geçemeyince polis şiddetiyle, bombalarla eritilirken iktidarın eski ortağının yaptığı darbe denemesinin ardından büyük ölçüde son buldu. Görkemli halk hareketi böylece geriye çekilmiş olsa da teslim olmadı. Haziran, bugün de belirli uğraklarda ortaya çıkan ancak bir türlü kalıcı olamayan ilerici bir toplumsal arayış olarak varlığını sürdürüyor: Biçimsiz, yenik ve bunlara rağmen teslim olmamış bir arayış ve bu arayışı biçimlendirmek, yeniden ayağa kaldırmak ve devrim rotasına yerleştirmek görevi ile karşı karşıya kalmış devrimciler…

Küçük bir hatırlatma derdimizi anlatmaya yardımcı olacaktır. Haziran henüz geriye çekilmemişken geçmiş yenilgilere atıfla bir kuşak tartışması açmıştık. 80 darbesi, reel sosyalizmin çözülüşü ve solda yaşanan liberalleşme dalgası ile yoğrulmuş kuşakların yaşadığı öğrenilmiş çaresizlikten azade olduğumuzu belirtmek için “yenilgi görmemiş kuşak” diyorduk kendimize. Ne yazık ki bugün yenilgi görmemiş bir kuşak yok. Artık bu tartışmayı başka bir boyuta taşımak, yenilgisinden ders almasını bilen ancak ne olursa olsun kabuğuna çekilmeyi ya da kendini hayatın akışına kaptırmayı bir an bile düşünmeyen, devrimci müdahalede bulunmayı yeniden ve yeniden deneyen bir kuşağı yaratmak zorundayız.

Haziran, beş yılın sonunda gelinen noktada yeniden kuruluşu çağırıyor. Emperyalizme, sermaye diktatörlüğüne ve gericiliğe karşı kararlı duruşundan hiçbir koşulda taviz vermezken tüm bu yıkacaklarının yanında kuracağı Türkiye ve Dünya konusunda da olabildiğince berrak bir bilince sahip örgütlü bir sosyalist özneye ihtiyaç duyuluyor.

Gelişen her gündeme atlamak zorunda olmadığının farkında, yani müdahale etmesi gereken gelişmeleri kendisinin seçme özgürlüğüne sahip çıkan, gücünün yeteceği başlıklar konusunda gerçekçi ve stratejik hedefleri doğrultusunda önüne koyduğu görevleri aksatmamak konusunda inatçı, devrimci bir hareket gerekiyor. Öncelikle hangi toplumsal kesimlere hitap etmesi gerektiği konusunda net, yöneldiği kesimlerin yanlışlarını ifade etmekten çekinmeyen, eleştiriyi kişisel tatmin aracı olarak değil bir müdahale ve dönüştürme aracı olarak kullanan, aklı açık ve iletişim becerisi yüksek bir aydın kuşağı yetişiyor.

“KUŞAK”, ateşi de ihaneti de yakından gördü ne yazık ki. Teslim olmadı iyi ki.

“Ateşi ve ihaneti gördük

ve yanan gözlerimizle durduk

bu dünyanın üzerinde.

İstanbul 918 Teşrinlerinde,

İzmir 919 Mayısında

ve Manisa, Menemen, Aydın, Akhisar :

Mayıs ortalarından

Haziran ortalarına kadar”

Dipnot

  1. Aslında içerdiği toplumsal kesimler açısından tamamen aynı olmasa bile oldukça benzer olan Cumhuriyet Mitingleri’ni bilinçli olarak eklemedik. Çünkü bu mitingler, diğer saydıklarımızdan farklı olarak arkasında alanlardakileri özne kılmayı değil, düzen içi hedefler açısından araç olarak değerlendirmeye çalışan bir iradeyi barındırıyordu. Buna rağmen mitinglere yön veren iradenin başarısızlığı, bu kesimlerin yazıda sözünü ettiğimiz arayışa yönelmesi açısından oldukça önemli bir işlev gördü.
  2. Gezi günlerindeki “ilk üç gün biz de destekledik…” ya da “Aranızda marjinaller. provokatörler var.” gibi söylemler bu amaca hizmet ediyordu. Direnişin sokaklardan çekilmesinin ardından ise iktidar Gezi kitlesindeki siyasi ayrımları kullanarak burada yer alan toplumsal kesimleri teker teker hedef alma yolunu izledi.
  3. Karmaşa kavramını direnişi kötülemek, ya da buradan herhangi bir sonuç çıkmayacağının başından belli olduğunu kanıtlamak için kullanmıyoruz. Tam tersine, bu ölçüde ani ve büyük çıkışlardan homojenlik beklemeyi doğru bulmuyoruz. Tartışmamız bu karmaşayı gördüğünde kaçan ya da kendini karmaşaya kaptıran anlayışlarla ilgili. İlk bakışta birbirine zıt görünen bu iki anlayış, doğal olarak ortaya çıkan bu özelliği değiştirmek yönünde bir irade sergilememek konusunda ortaklaşıyor. Devrimci özne ise, müdahale etmeyi ve dönüştürmeyi önemsemek zorunda.