Merhaba, uzun bir aradan sonra Yeni Yazılar’da tekrar buluşuyoruz. Dolayısıyla biraz başa dönerek başlamak istiyoruz. Haziran Direnişi’nin ardından geçen 5 yılda sosyalist sol önüne çıkan olanakları ne ölçüde değerlendirilebildi ve bu dönem üzerine yüklediği devrimci görevlerin ne ölçüde hakkını verdi sizce?
Merhaba. Öncelikle ben de Yeni Yazılar’da tekrar buluşmuş olmanın yarattığı mutluluğu paylaşarak başlayayım öyleyse.
Başta kendi emeğimize ve verilen tüm mücadeleye haksızlık etmek istemem ama ne yazık ki hep birlikte hakkını veremediğimizi söylemek zorundayım. Aksine Haziran Direnişi öncesi sağladığımız birikimin de gerisine düştüğümüzü söyleyebilirim. Haziran Direnişi’nde esas olarak cumhuriyetçi kitleler sokaktaydı ve bu kitlelere solun öncülük etmesi bir yana bu kitlelerle bağ kurması bile daha zor hale geldi.
Bu çıkışsızlık kitlelerin önüne kimi zaman CHP’nin kimi zaman da HDP’nin umut olarak sunulması kolaycılığını karşımıza çıkardı. Bu sahte bir umut olduğu için de her seferinde anlık heyecanlar ve arkasından çok hızlı bir umutsuzluk dalgası yarattı. Oysa yapmamız gereken ayağa kalkan toplumsal dinamiğin temel itiraz noktalarıyla solun değerlerini gerçek bir stratejiyle, programla, yol haritasıyla birleştirmekti. Kendi ülkesinin tarihinden, değerlerinden, devrimlerden kopmuş olan sol ne yazık ki o sırada başka bir dünyada tartışmalara daldı. Daha somut konuşalım: Kapanması gereken tartışmalar ve odaklanılması gereken başka bir hat vardı. AKP’li kitlelere nasıl müdahale edeceğimiz tartışmasında “onları kazanmak için onların dilinden konuşmamız gerekiyor” temelli saçma tezler mahkûm edilmeli ve bu tartışma tamamen bitirilmeliydi. Bunu bitirememek hem düzen muhalefetinde (CHP-HDP) hem sosyalist harekette bu argümanı sık sık karşımıza çıkarttı. Bu kitlelere müdahale etmenin yolu AKP’den daha çok dincilik yapmak ya da dilimizi değiştirmek değil bizim tarafı konsolide etmek, güçlendirmek, net bir çizgide yürümesini sağlamak olacaktı. Bir diğer mesele kendi tarihimizde kurduğumuz bağ. Türkiye 16 yıldır büyük bir dönüşüm yaşıyor ve bu dönüşüme sözde “Kemalist diktatörlükle” hesaplaşmak için ortak olan, AKP’nin doğrudan ya da dolaylı biçimde yanında olan çok unsur oldu. İnatla ve ısrarla bu dönüşümü görüp cumhuriyet değerlerini savunmamız bu değerlerin solla korunabileceğini, ilerleyebileceğini göstermemiz gerekiyordu. Bu tartışma kapanmadı aksine bu günlere gelene kadar AKP’nin yanında olanlar, cumhuriyetin lafını bile faşizmle eşdeğer görenler solu bulandırdı. Bu da kapatılması gereken bir diğer tartışmaydı ne yazık ki yapamadık. Gezi’de çöpe atılan bu argümanlar tekrar başka güçlerle karşımıza çıktı, hatta tekrar sol diye anılmaya başlandı. Çıkışsızlık da önümüze çare olarak sunuldu. Geldiğimiz noktada bir tespit yapmak zorundayız bunu yapmadan yeni bir yol haritası çizmemiz imkânsız, açıkça söyleyelim bir dönemi kaybettik. Şimdi bunun farkında olup gerçek bir muhasebeyi yeni döneme nasıl hazırlayacağımızı belirlemek zorundayız. Aksi birbirimizi kandırmak olur. Bu gerçeklikten hareket etmediğimiz durumda, strateji oluşturmadan hayal satarak, ajitasyonla gelinebilen nokta ancak şu an solun bulunduğu hal olur. O da Türkiye siyaset sahnesinden silinmek, üstüne değerlerini kaybetmek ve başka güçlere eklenmektir.
Sosyalist hareketin cumhuriyetçi toplumsal kesimlerle ilişki kurması sizce olanaklı mı, yoksa bu kesimler büyük ölçüde düzen tarafından kapsandı mı?
Tabii ki olanaklı. Başka hangi toplumsal kesimlerle ilişki kuracağız? Bakın yakın tarihimize, iktidara aralıksız biçimde muhalefet eden kesimlere; Gezi’ye, referandum sürecine, tribün eylemlerinden üniversitelere kadar ses çıkaran temel toplumsal dinamik neresi?
Esas olan sosyalist hareketin cumhuriyetin AKP eliyle yok edilmesinin seyircisi değil doğrudan tarafı hatta engelleyicisi haline gelmesi. Sosyalistler bu kesimlerin dışında kaldıkça hatta biz bu soruyu sordukça bile izleyici olarak kalmaktan başka bir seçeneğimiz olmaz. Buradan tabii ki kendisine “cumhuriyetçi” diyen partileri kastetmediğim anlaşılıyordur. Ben öznesiz, partisiz, örgütsüz arayış içinde olan çok geniş kesimlerden bahsediyorum. Sosyalistlerin de, Türkiye’nin geleceğinin de temel dinamiği burasıdır ve bu durum bugünden yarına değişebilecek kadar köksüz değil. Bir ülkenin topyekün dönüştürülmesinden ve buna dirençli, değişmeyen, AKP tarafından kapsanamayan geniş toplumsal kesimlerden bahsediyoruz. AKP’ye boyun eğmese de bu kitlelerin refleksleri değişebiliyor. Gezi’de omuz omuza mücadele verdiğimiz ve sosyalizan bir çizgiye kolayca yaklaşabilecek pek çok insan bugün İYİ Parti’yi dahi umut olarak görebiliyor, bu bizim o insanlara umut olamamamız ve yol gösteremememizle ilgili.
AKP’nin MHP ile birlikte önce anayasa referandumu, sonrasında ise cumhurbaşkanlığı seçimlerinden çoğunluk olarak çıkması ne anlama geliyor? Düzen siyasetinde yeni bir istikrar döneminin açıldığını söyleyebilir miyiz? Yoksa ekonomik alanda kendisini hissettiren kriz dinamiklerinin siyasal alanda da çatlaklar oluşturması olanaklı mı?
Bu soruya iki farklı başlıkta yanıt vermeyi deneyeyim. Birincisi saray içi durum ve gerilimler. İkincisi ise toplumsal alandaki yansımalar.
Sarayın içi bu süreçte kaynamaya devam edecek. AKP-MHP arasında kalıcı bir istikrar dönemi öngöremeyiz. Hatta AKP içi dengelerde de göremeyiz. Dış politikadan ekonomiye kadar çok farklı fikirlerin olduğunu görebiliyoruz. Toplumsal olarak ise yukarıda da değindik; AKP’nin toplumun yarısını kapsaması Hâlâ imkânsız. Ama kapsayamadığı bu kısmı hareket ettirecek bir güç oluşmadığı için bu denli rahat davranıyor. Ekonomik kriz uluslararası kriz bunların hepsi muhalefet alanının basiretsizliği nedeniyle atlatılabiliyor. Kendi kitleleri ise çıkar ilişkileriyle yönetilmeye devam ediyor.
Yani sürekli yeni çatlaklar oluşuyor; sorunumuz ise bu çatlakları derinleştirecek ve bizim tarafı güçlendirip karşı tarafı zayıflatacak şekilde kullanmak. Bunun için olmazsa olmazımız bunu sağlayacak devrimci bir gücün yaratılması. AKP’nin yıkılmasını sağlayabilecek başka herhangi bir güç yok. Bunun için CHP’nin, HDP’nin yapıp yapabileceği her şeyi defalarca deneyimledik sanırım.
Düzen muhalefetinde bir geri çekilme ve iç sorunlara yoğunlaşma eğilimi gözleniyor. Sosyalist hareketin düzen partileri tarafından kapsanamayan geniş kesimlere seslenmesi olanaklı mı? Sosyalistler bu süreçte nasıl bir strateji izleyerek güç biriktirebilir?
Bir önceki sorudan devamla yanıtlayalım. Uzun süredir kısır döngünün içindeyiz. Her yeni seçim sürecinde geçici umutlar, neyi temsil ettiği ne dediği tam anlaşılmayan popüler kahramanlar yaratılıyor seçim sonrası ise sorunuzda bahsettiğiniz iç sorunlar, iç kavgalar, seçim öncesi kahramanlaştırılan figürlere düşman olan umutsuzluğu körüklenmiş kitleler… Bir sonraki seçim tekrar aynı senaryo…
Şimdi bu gündelik durum, bu heyecan, öfke, gitgeller solu da aynı atmosferin kaçınılmaz olarak parçası yaptı. Sol da bu döngüyle hareket ediyor. Böyle oldukça haliyle sol diye bir şey kalmıyor. Genel kitle eğilimleri neyse onu yönlendirmek, kendi stratejisiyle birleştirmek yerine kitleye göre anlık taktik hamleler peşine düşüyor. Yani kimin neyi savunduğunun, ne dediğinin belli olmadığı bir atmosfere ne dediği belli olmayan bir sol da eklenmiş oluyor. Bunu söylemek biraz gülünç ama böyle bir noktadayız: Sosyalist hareketin bu karmaşada ne dediğinin belli olması bir ön şart olarak yazılmalı. Sosyalist hareket temel ilkelerinden vazgeçmemeli. Bu karmaşık günler en fazla bu ilkelere ihtiyaç duyulan günler aslında, yani bir kere ne dediğinizin, neyi savunduğunuzun belli olmasına.
İkincisi FKF’nin kurulduğu süreçten itibaren dillendirdiği bir tez var: devrimci cumhuriyet. Türkiye’de siyasi yelpazede artık sosyalistlerin ördüğü devrimci cumhuriyetçi bir çizgiye ihtiyaç var. Bu çizgi cumhuriyetin değerlerini koruyup ileriye taşıyacak bir devrimci müdahaleyle gerçekleşecek ancak. Bakın bu kendi doğrularımızı küçük dünyamızda tekrar edelim ve küçük kayığımıza tutunup ayakta kalalım anlamına gelmiyor. Zira o kayıklar da mutlaka yıkılıyor. Bu AKP’ye teslim olmayan ama sürekli sahte umutlarla pasifize edilen geniş cumhuriyetçi kesimlere devrimci bir aşının şart olduğunu, AKP karşısında ancak devrimci-cumhuriyetçi gerçek bir birlik kurulduğunda başarı sağlanabileceğini öne süren bir strateji. Atacağımız tüm adımlar bu strateji etrafında, bunu kuracak planlarla ilerlemeli. Önceki sorularda bir süreci kaybettiğimizi kabullenmeliyiz dedim, kaybettiğimiz yerden daha güçlü bir yeniden kuruluşa ihtiyaç var. Kuruluş mu? Yalnızca gençlikle ve aydınlarla olur. Başka bir örneğini bilmiyoruz.
Fikir Kulüpleri Federasyonu, Gezi Direnişi’nin hemen öncesinde ODTÜ Ayakta eylemleriyle birlikte kuruldu. Onu izleyen birkaç yıl içinde üniversite ve lise hareketlilikleri farklı gündemlerle devam etti. O günden bugüne üniversite ve lise hareketliliklerinin geçtiği uğrakları göz önüne alarak gençlik mücadelesinde ne gibi dönüşümler yaşandı? Önümüzdeki dönemde gençlik mücadelesi nasıl bir seyir izleyebilir?
Bu soruyu şu an üniversitelerde mücadele veren arkadaşlarımız daha doğru yanıtlar verecektir. Dışından bir gözlemle FKF’nin kurulduğu dönemle karşılaştıracak olursam herkes gibi, üniversitelerde büyük bir dönüşüm gerçekleştiğini söyleyebilirim. Genel siyasi atmosferde de ciddi bir değişim var tabii. Haziran Direnişi sonrası ciddi bir sindirme operasyonu, kent meydanlarında patlayan bombalar, üniversitelerden atılan hocalarımız… Sıralayabileceğimiz sayısız örnek var. Dolayısıyla hem mücadele yöntemleri, hem siyaset biçimi değişiyor. Örneğin kuruluş sürecinde biz hareketli olan çok geniş gençlik kesimlerinin bir arada durabileceği bir kitlesel gençlik örgütü ihtiyacını tarif etmiş ve bu zemine uygun olarak kurulmuştuk. Sanıyorum ilk iki yıl boyunca FKF’nin eylem, etkinlik, kampanya yapmadığı hafta yok denecek kadar azdır. Şimdi ise son açıklamalardan anlaşılacağı üzere oldukça zayıflamış bir zeminde solu yeniden kurmayı önemli bir hedef olarak önüne koyuyor FKF. Dolayısıyla genç devrimci kadrolar yaratmak, gençlik içerisinde önemli kesimleri sosyalizm fikriyle buluşturmak, bu tarihsel sorumluluğu gençlik yapmayacaksa yapılamayacağını bilerek hareket etmek gibi bir durum var.
Üniversite hareketinde, liselerde, siyasete müdahale ederken bunun pratik araçları da seslenme biçimleri de bu dönem ve hedeflere göre şekillenecektir. Türkiye tarihinde üniversite mücadelesinin en zor dönemlerinden birine girerken şimdiden tüm FKF’lilere başarılar diliyorum. Hareketli dönemlerde yaptıklarımıza heyecan, inanç, atmosfer yardımcı oluyordu. Şimdi ise ayakta durmak için dahi başta iradeye ve akla en fazla ihtiyaç duyacağımız dönemdeyiz. Yolları, yolumuz açık olsun.