Gezi Direnişi ve sonrasında Türkiye için kritik bir süreç başlamış ve bu süreçte Türkiye Sosyalist Hareketi kendisini yeniden kurma, devrimci bir arayış ve sahip olduğu iddiaları gerçekleştirme amacı ile bir yenilenme sürecine girmiştir.
Memleketin dertleri ile ilgilenen, üniversite siyasetinin dışında da geniş bir bakış açısı kazanmaya çalışan ve en önemlisi bu bakış açısını toplumun diğer kesimleri ile de bütünleştirebilecek bir yol kurma çabası, gençlik mücadelesi açısından önem taşıyor. Gençlik mücadelesini yalnızca okullarda belirli talepler üzerine verilen mücadele olarak gören yanlış anlayış ise gençlik mücadelesinde dahi başarılı olamıyor. Dahası, AKP’nin ilk yıllarında liberalleşme dalgasının bir parçası olarak “türbana özgürlük” başlığında olduğu gibi iktidarın bir uzantısı olarak bile işlev görebiliyor. Burada dönemin bazı gençlik hareketlerinin nasıl AKP ile yan yana düştüklerini, sosyalist öznelerin özgürlük sloganı üzerinden liberalizmin etkisine girdiklerini ve bütün bunların devamında referandum sürecinde “Yetmez ama Evet” diyenlerin sosyalizm adı altında gerici propaganda yaptıklarını uzun uzun anlatmaya gerek yok. Aklımızda tutmamız gereken ,ülkeye dair kendi hedefleri, beklentileri ve önerileri olmayan bir gençlik hareketinin şu veya bu başka bir akıma kolayca yedeklenebildiğidir. Bu nedenle, gençlik mücadelesinde de ülke gündemini başa yazmayı olmazsa olmaz görüyoruz.
Tersine, gençliğin uzun yıllar sonra ülke siyasetine dair söz söylediği ve yön verme görevini gerçekleştirdiği bir dönem ise tarihimizin en büyük direnişlerinden biri olan Gezi Direnişi ile birlikte bir ön hazırlık aşamasına girdi. Şifre skandalları, AKP-Cemaat işbirliği, eğitime yönelik gerici saldırılar, 4+4+4 eylemleri ve bütün bunlardan sonra Gezi öncesi en büyük toplumsal direniş olarak ODTÜ ayakta eylemleri bahsettiğimiz ön hazırlık dönemidir. Gençlik, tüm bu başlıklarda cüretkar bir biçimde rol almış, bulunduğu kaba sığmadığını kanıtlamış ve harekete yön verme iddiasını yükseltmiştir. Fikir Kulüpleri Federasyonu böyle bir dönemde, bahsettiğimiz bu iddiaları sahiplenmiş ve bu iddiaları yükseltme görevi ile yola çıkmıştır.
Gezi Direnişi ve sonrasında Türkiye için kritik bir süreç başlamış ve bu süreçte Türkiye Sosyalist Hareketi kendisini yeniden kurma, devrimci bir arayış ve sahip olduğu iddiaları gerçekleştirme amacı ile bir yenilenme sürecine girmiştir. Bu süreç çoğumuzun içinde olduğu, yakından takip ettiği, müdahale ettiği bir süreçtir. Devrimci bir arayışın karşılık bulduğu büyük toplumsal muhalefet dinamikleri ve bu dinamiklerin içerisinde yer alan unsurlar 2013 sonrası oluşan tabloda AKP’nin bu yeni rejim inşa çabalarına karşı direnç göstermiştir. Gezi Direnişi ile dayanışma, yaygınlık gibi olumlu diyebileceğimiz imkanlar elbette ki oluştu fakat sol bu imkanlara karşı ya durduğu konumu koruma, ya da imkanları olduğundan çok daha büyük görme eğilimi içerisine girdi.
24 Haziran 2018 Genel Seçimleri arifesinde Fikir Kulüpleri Federasyonu tarafından yapılan açıklamada söylediğimiz gibi sol Gezi’de ortaya çıkan arayışa bir bütün olarak sırt çevirdi. Örgütlü bir biçimde siyaset üretme yeteneğini kaybeden, liberalizm tehlikesini bahane ederek atıl konumunu kutsayan ve bütün bunların bir sonucu olarak apolitizme mahkum olan bir anlayış ile siyasi temel ve altyapısına bakılmaksızın bütün direnişleri toplumsal muhalefetin ve sınıfın yararına gören, sonuç olarak da sosyalizm hedefiyle uzaktan yakından ilgisi olmayan unsurların şemsiyesinin altına giren iki eğilim oluştu. Türkiye solunun bahsettiğimiz iki yönelime de mahkum olmadığını düşünüyoruz.
15 Temmuz darbe girişimi ile beraber Türkiye, baskının arttığı ve toplumsal muhalefetin bir bütün olarak susturulmaya çalışıldığı bir döneme resmi anlamda adım attı. Bu adım elbette ki iktidarın yıllar öncesinden kurguladığı ve hedef olarak gördüğü üzere, cumhuriyet rejiminin devletin bütün organlarından tasfiyesi ve onun yerine gerici bir yeni rejimin inşası projesinin bir sonucudur. Tasfiye süreci, devlet katında tamamlanmış olsa da yerine konulacak gerici rejimin inşası ve toplumun bu yeni rejime ikna edilmesi başlıkları iktidar açısından birer kriz konusu olmayı sürdürüyor.
Yeni rejim inşasını kabullenmeyen büyük bir cephe ise AKP’nin karşısında bir direnç unsuru olarak kendisini gösteriyor. Bu unsur, lafı uzatmadan söylemek gerekirse cumhuriyetçilerdir. Cumhuriyetçi cephe olarak tarif ettiğimiz bu kesim birbirine zaman zaman yaklaşıp etki ederken, kimi güncel başlıklarda ise karşı karşıya konumlanabilen parçalar içermektedir. Bizim bu parçalı duruma vermemiz gereken yanıt ise “devrimci cumhuriyet” olmalıdır. Tahlili yaparken kendimizi dışarıda bırakamayız. Biz cumhuriyetçi toplumsallığın içinde yer alan devrimci cumhuriyetçileriz. Devrimci cumhuriyetçiler, geniş cumhuriyetçi cephe içerisinde öncülük alabilecek ona şekil verebilecek onu ilerici hedeflere yöneltebilecek tek kesimdir.
İçinden geçtiğimiz bu dönem Türkiye tarihinin en karanlık dönemlerinden biri ve bu karanlık dönem için üstlenilmeli gereken görevler ağır bir şekilde karşımızda duruyor. Bu görevleri üstlenebilecek, yaratılan bu karanlığa karşı aydınlık bir ülke mücadelesi verecek olanlar için görevlerin ağırlığı hiçbir şekilde bahane edilemez. İktidar kanadından gelen saldırıların yanı sıra. Gezi sonrası ortaya çıkan arayışa sırt çeviren sol içerisinden gelen dağıtıcı girdiler, belki de yaşadığımız karanlık dönemin ağırlığını daha da arttırır niteliktedir. Açıkça söylemek gerekirse soldan geliyor görünen mahalle baskını bir illüzyondan ibarettir. Bu illüzyondan kurtulmamız ve artık küçük mahallemizden çıkmamız gerekmekte. Görev olarak tarifini yapabileceğimiz ilk hamlle budur. İktidardan gelen bütün baskılara karşı duran ve yeni bir ülkeyi yaratma arzusunda olan kesimlerin mücadeleleri bu mahalleden geçmiyor. Apolitizm ile pragmatizmin arasında bir seçim yapmadan sol adına yeniden kurulması gereken her şeyi yeniden kuracak iradeyi oluşturmak gençliğin görevi haline gelmiştir.
Kuruluşumuzdan beri bir an olsun kaybetmediğimiz kararlılık, bu görevlerin zorluğunu azaltmamıza ve kendi yolumuzu çizerken odaklanmamız gereken noktaları netleştirmemize yardımcı oluyor. Güncel üniversite siyaseti ve gençlik hareketinin durumu ile ilgili yapmamız gereken ilk tespit, üniversitelerin üretim ve siyaset anlamında eskisi kadar “uygun” olmadığıdır. KHK’lar, soruşturmalar ve uzaklaştırmalar artık üniversiteler için dönüşmüş rutin baskı araçları haline geldi. Kulüp ve toplulukların kapatılması üniversite öğrencilerinin sosyal ve kültürel anlamda üretimlerini engelleyen bir hamle niteliği taşıyor. Bu hamleye karşı, gençlik kendi araçları ine yanıt üretmeli, üniversitelerde korunan mücadeleci damarı ülkenin geniş kesinlerime yayma çabasını hızlandırmalıdır.
Bu çabanın belirli somut çıktıları var. Öncelikle elimizde olan ve tüm baskılara rağmen ayakta tutmayı başardığımız mevzileri korumalı ve bunların üniversitenin ve toplumun bütününün sahip çıkacağı bir konuma yerleştirmeliyiz. Bir başka deyişle sahip olduğumuzu korumanın yolu, onun toplumsal değerinin bizim dışımızda da anlaşılmasını sağlamaktan geçiyor. Birçok alanda ise ne yazık ki benzer mevzilere sahip değiliz. Diğer alanlarda, gençliğin tartışmalarını ülkenin tartışmaları ile ortaklaştırma adına kent merkezlerş, emekçi mahalleler büyük bir önem taşıyor. Merkezlerde yapılacak etkinlikler, tartışmalar ve üretken faaliyetler, gençlik mücadelesinin taşımış olduğu iddiayı bütüne yayması için büyük bir fırsat olarak değerlendirilmelidir. Emekçi halkın sorunları gündem edilmeli ve bu sorunlara karşı somut müdahale planları hazırlanmalıdır. Bu planlar kağıt üzerinde kalan, bütün sorunların sosyalizm ile çözüleceğini söyleyen bir kolaycılık ile değil, gerçek başlıkları güncele etkili bir biçimde aktarabilen bir siyasi akıl ile hazırlanmalıdır. Halkın sorunlarından ve isteklerinden kopuk bir gençlik hareketinin yol alması mümkün değildir. Bizim görevimiz bu kopukluğa fırsat vermeden gençliğin politize olmasını sağlamak ve mevcut olan mücadele damarını devrimci bir siyaset ile memleketin sorunlarıyla beraber önümüze koymaktır. İstibdat döneminde padişaha karşı memleketini savunan, Milli Mücadele döneminde emperyalizme karşı savaş veren, 6. Filo’yu “Yankee go home” sloganları ile denize döken, 15-16 Haziran direnişinde sınıfının yanında saf tutan bir damar olarak bahsi geçen arayışa yanıt vermek bizim görevimizdir. Kurulduğu zamandan beri gençliğin dününü, bugünün ve geleceğini temsil etme kararlılığını gösteren FKF, doğru yanıtı bulacak ve Türkiye devrimini gerçekleştirecek olan kadroları, birikimi yaratacaktır. Biliyoruz ki safımız belli, yolumuz uzun, önümüz açık. Kendi yarattıklarımızla, ürettiklerimizle, birikimimizle bu yoldan yürüyeceğiz. Özgür, eşit, laik sosyalist bir cumhuriyet için yürüyeceğiz.