İki sene önce bugünlerde seçilmiş rektörün atanmamasıyla Boğaziçi’ne yönelik müdahale kendini hissetirmeye başlamıştı. Aylar süren belirsizlik, Boğaziçi’ne özel KHK ve ardından Mehmet Özkan’ın kayyum atanmasıyla sonuçlandı. Böylece, Boğaziçi, üniversitelere doğrultulmuş topların doğrudan hedefi haline gelmiş oldu. Saray, “Boğaziçili” kayyumuyla akademisyenleri ve öğrencileri “kazanımlarını korumaya” ikna etmeye çalışsa da okula doğrudan müdahale etme fırsatını hiç kaçırmadı. Önceki yıllarda Boğaziçi’nde rektör yardımcılığı yapmış kayyum, Saray ve okul arasında görece daha fazla pazarlık şansı bulunan geçmiş idari kadronun yöntemiyle okul ve Saray arasında kendini konumlandırmaya çalıştı. Kayyum nezdinde görevi devralan yeni idari kurul da, Akademik Genel Kurul, Boğaziçi’ne yapılan müdahaleyi ülke bütünlüğünden ve üniversitelere dönük genel saldırılardan soyutlamaya çalıştı. Böylece kendisini bu sürecin asıl muhatabı haline getirecekti. Ancak süreç, kurulun kendisinin işlevsizleşmesiyle sonuçlandı.
“İçimizden biri” olan kayyum, öğrencileri Taşoda Festivali’nde YÖK’ün alkol yasağını “hatırlatarak” selamladı. Bin bir türlü engel yarattığı festivalin girişinde çantalarda alkol araması yaptırıp, kampüs girişine birkaç gün sonra kaldırmak zorunda kalacağı X-Ray cihazı koydurdu. Bunu yaparak Boğaziçi’ne artık yeni bir döneme girdiğini göstermiş oldu. Kulüp etkinliklerinin iptal edilmesinin yanında çimler zarar görür bahanesiyle festival yapılmasına engel olmaya çalışırken çimlerde düzenlenen iftarlara herhangi bir kısıtlama getirilmedi. Bazı okul bileşenlerinin ve okul kurullarının araçsallaştırılması ile okula doğrudan müdahale etmeye çalışan Saray, Boğaziçi’ne “burası artık böyle” mesajı vermeye çalışıyor.
Bugün her ne kadar ikna ediciliğini tamamen kaybetmiş olsa da idarecilerin “Boğaziçi çıkışlı” olması ve “içeriden” araçların kullanılması zaman zaman öğrencilerin siyasi reflekslerinin kayyum karşıtlığı veya kulüp/kurumlara yönelik tepki ile sınırlanmasına neden olabiliyor. Saldırının dozunun gittikçe arttığı bugünkü nesnellikte polisin “fiziksel” müdahalesi ne saldırının kendisini ne de tarafları farklılaştırmıştır. Kayyum ile cesaretlenip “gemi azıya alan” siyasal İslamcılar artık daha cesur çıkışlar deniyor, LGBTİ+ kulübünün cinsel sağlık masasına saldırıp, “Afrin lokumu” dağıtıp daha doğrudan provokasyon girişimlerinde bulunabiliyorlar. İslam Araştırmaları Kulübü gibi “içerden” görünen topluluklarla bir araya gelen, sağcı/milliyetçi eğilimleri yan yana getiren ve AKP Gençlik kollarına kadar uzanan dışardan unsurlar, okulun siyasi atmosferine doğrudan müdahale zeminleri yaratmaya çalışıyor.
Bugün artık kurulduğunu söyleyebildiğimiz Saray Rejimi açısından ne muhalif kesimlere dair bir rıza arayışından ne de üniversitelere dair bir itibar kaygısından söz edebiliyoruz. Gezi sonrası süreçte giderek hareketlenen, kamuoyu gözünde prestijli ve akademik temsiliyeti olan Boğaziçi ve ODTÜ gibi üniversitelere dönük şiddeti giderek artan saldırıların sebebi de bununla ilişkili. Buralarda rıza üretemeyen ve kendini kabul ettiremeyen Saray rejimi için saldırmaktan başka bir şans bulunmuyor. Daha önce denenen bazı yöntemler, kayyumun meşrulaştırılması girişimleri, muhalif kesimlerin marjinalleştirilmesi girişimleri gibi, sonuç vermeyince ortaya daha doğrudan ve fiziksel müdahale yöntemleri çıktı. Buradan çıkarabildiğimiz sonuç bu tür denemelerin yeni dönemde de devam edeceği; Saray’ın tüm devlet aygıtlarını kullanarak bu üniversitelerdeki mücadele olanaklarını ortadan kaldırmaya çalışacağı ve bunun için gerekirse şiddete başvurmaya devam edeceğidir.
Ancak, hayat tarzlarına dönük saldırılarla karşı karşıya kalan, sindirilmeye ve yeni rejimin bir parçası haline getirilmeye çalışılan üniversite gençliği her şeye rağmen umudunu ve direncini koruyor. Kampüsteki sevgililere dönük sistematik tacizlere, yaptıklarının “uygunsuz olduğuna” dair “uyarılara” kampüsün kendilerine ait olmadığı hatırlatılarak cevap veriliyor. Facebook gruplarında postlara muhbirler selamlanarak başlanıyor. Özellikle son dönemde sayıları katlanmış, okulda volta atan sivil polisler “pardon sivil bey1 denilerek alaya alınıyor. Mezuniyet töreninde öğrenciler kayyuma sırtını dönerek tanımadıklarını gösteriyor. Yurtlara yapılan baskınlarla gözaltılar, kampüslerin her yerine yapıştırılan stickerlar ve bağlanan kurdelelerle hatırlatılıyor. Yani saldırının normalleşmesine göz yummuyor ve okulumuzu istedikleri gibi yönetmelerine izin vermiyoruz.
Boğaziçi, saldırının şiddeti ne olursa olsun kaybetmiş veya umutsuzluğa kapılmış değil. Her ne kadar mücadele örgütsüz olsa ve belirli gündemlere gösterilern reaksiyonlar şeklinde ortaya çıksa da öğrenciler sinmiş ve direncini kaybetmiş değil. Üniversitelerin nasıl savunulabileceğine dair üniversite genelinde bir arayış var. Bize düşense bu arayışın ihtiyaç duyduğu doğrultuyu tarif etmek, arayışı örgütlü hale getirmek ve süreklileştirmek. Bu durum sadece Boğaziçi için değil, tüm üniversitelerin savunulması için geçerli. Sadece Boğaziçi’nde değil konservatuvarlarda ve GSF gibi yerlerde de direnişle karşılaştı. Her ne kadar durumun ülke gündemindeki görünürlüğü azalmış olsa da, “sorun” çözüme kavuşturulmuş değil. Ve yine bize düşen, önümüzdeki sene zaten var olan direnç eğilimlerini süreklileştirmek.