Neden Hayır?

16 Nisan’da gerçekleşecek olan referandumda neden hayır dediğimizle ilgili sanıyorum ki binlerce sebep sayılabilir. Hayatımızdaki gerici kuşatmayı kırmak için, laikliği yeniden kazanmak için, sokaklarda istediğimiz saatte özgürce dolaşabilmek için, emeğin ülkesini kurmak için… Kuşku yok ki hepsi de devrimci taleplerdir. Ama belki de en önemlisi, ve sayabileceğiz başka bütün sebeplerin öncülü, AKP’nin yenilmesi gerektiği için.

Yıllardır mücadele içinde biriktirdiklerimizi, tartışarak erittiğimiz, olgunlaştırdığımız tezleri temcit pilavı gibi ısıtıp ısıtıp öne sürmekte bir fayda görmüyorum. O yüzden bu kısmı kısa keseceğim. İlericilerin kazanmasının yolu, AKP’nin yıkılmasından geçer. AKP ile mücadele, bugün özgürlük, eşitlik, laiklik mücadeleleri için olmazsa olmazdır. Başka yolu yoktur. Devrimci olan budur. Aması fakatı yoktur. Bunun aksini savunmak abesle iştigaldir ve savunan devrimciliği en kibar tabirle tartışma konusudur.

Ama çıplak göz ile bakıldığında dahi başkanlık referandumu gündeminin, başka herhangi bir AKP karşıtı mücadele konusundan oldukça farklı olduğu anlaşılıyor. Bize göre öncelikli olarak cevaplanması gereken soru ‘‘Neden hayır diyoruz?’’ değil, ‘‘Referandum gündemi diğer AKP karşıtı gündemlerden neden farklı?’’ sorusu. Sorunun cevabı da Başkanlık Sistemi’nin AKP/Saray Rejimi açısından ne anlama geldiğinden gizli.

Başkanlık sistemi, fiili olanın yasallaşmasıdır demek elbette yanlış değil. Ama bu tespit bizi ‘‘zaten başkanlık sistemini yaşıyoruz, evet çıkması çok fazla değişikliği sebep olmaz’’ gibi bir sonuca çıkarırsa hayata düşmüş oluruz. Referandumda evet çıkmasının anlamı AKP açısından malum olanın ilanından fazladır.

AKP 15 Temmuz’dan bugüne tarihinin en saldırgan dönemini geçirdi. Baskı, gözaltı, tutuklama, operasyon, polis müdahalesi haberleri olmaksızın bir gün geçiremez olduk. Bu durum doğal olarak ‘‘O kadar badire atlatmasına rağmen AKP hala saldıracak kadar güçlü’’ benzeri düşünceleri beraberinde getiriyor. Peki durum sahiden de öyle mi? AKP hala o kadar güçlü mü?

Ne kadar bu konuda genelleme yapmak çok doğru olmasa da, bir insanın kaybedecek ne kadar az şeyi varsa o kadar saldırgan olacağını söylersek bir çok örnekte haklı çıkarız. AKP’nin durumu da bu genellemeden farklı değil. Tabi AKP’nin elinde hiç bir şey demiyoruz. Bu komik olurdu. Fakat ne kadar kaybedecek çok fazla şeyi olsa da karşılaştığı direnci kıramazsa elinde hiçbir şey kalmayacak. Yani AKP için bu sıkışmayı aşamadığı durumdan daha fazla ‘‘kaybedeceği’’ bir durum yok. Pervasızca saldırmasının, gözü kara ve korkusuz gibi durmasının sebebi budur. AKP köşeye sıkışmıştır ve eğer köşeye sıkıştıysan ve eğer köşeye sıkıştıysan kaçmak için karşısındakini devirmen gerekir. Sana yapılan bir hamleden sıyrıldıysan, daha sert bir karşı hamle ile cevap verirsin. Ama esas olarak hepsinin temelinde yatan şey çıkışsızlık, çaresizliktir. Zaten 5 yıllık bir dönem içerisinde birkaç kez yıkılmanın eşiğinden dönmüş bir iktidardan bahsederken güçten veya başarıdan söz etmek de mümkün değildir. Yıkılmaktan kurtulan bir iktidarın saldırganlaşmaya başlaması bir başarı değil, siyasetin yasasıdır.

Bu sıkışmışlık durumu yeni başlamış bir süreç de değil. AKP iktidarı kendi Türkiye vizyonunu hayata geçirme konusunda çuvallamıştır. AKP 1923’te kurulan Cumhuriyet yerine yeni bir rejim kurma konusunda başarılı olamamıştır. Türkiye halkının ilerici, aydınlanmacı birikimi, AKP’nin gerici, piyasacı bir rejim için kurucu misyon üstlenmesi önünde direnç oluşturmuştur. Haziran direnişinde nasıl apar topar Fas’a kaçtıklarını hatırlayın. AKP’nin karşı karşıya kaldığı bu durumda ise iki seçeneği var. Ya bu direnci kıracak ve kurucu misyonu üstlenme konusunda bir adım atmış olacak, ya da tarihin tozlu sayfalarında yerini alacak. Bu iki ihtimalin arası bir seçenek AKP için geçerli değil.

Başkanlık sistemi AKP’nin Türkiye halkının direncini kırmak amacıyla ürettiği çözümdür. AKP başkanlık sistemi ile kurucu bir misyon kazanmanın önündeki engeli kaldırmanın peşindedir. Yani oylanan şey başkanlık sisteminin ötesindedir. Oylanan aynı zamanda AKP iktidarının geleceğidir.

Uzun zamandır Türkiye’nin tarihsel bir hesaplaşmaya doğru ilerlediğini, bu hesaplaşmanın ilericiler ve gericiler, Hazirancılar ve Osmanlıcılar arasında olacağını ve Türkiye’nin geleceğini bu hesaplaşmanın kazananının belirleyeceğini söylüyorduk. Artık rahatlıkla hesaplaşmanın kapıya dayandığı, referandum için de hesaplaşma öncesi son kavga olduğunu söyleyebiliriz. AKP’de dahil herkes, tüm kozlarını masaya sermek durumundadır. Referandum gündeminin farklı olmasının sebebi esasen budur.

Yani evet çıkması ve hayır çıkması arasındaki fark, yalnızca AKP’nin biraz daha güçlenmesi veya biraz gerilemesi değildir. Bu iki seçenek önümüzdeki hesaplaşmayı doğrudan etkileyecektir. Sandıktan Hayır çıkarmak Türkiye’yi Ortaçağ karanlığına geri döndürmeye çalışanlara atılmış büyük bir adım olacaktır.

Bu durumda zaten malum olan referandumdaki hedefimiz daha da belirginleşmiş oluyor. Sandıktan hayır çıkarmak… Bugünden başkanlık referandumu gününe kadar attığımız her adımın bu hedefe çıkması gerekiyor.

Herkesin gündeminde olan sorulardan biri de ‘‘Hayır kazanabilir mi?’’ sorusu. Bu soru bizim açımızdan tartışma konusu değildir. Çünkü cevabı bizim açımızdan bellidir. Kazanabilir. Devrimci iyimserlik diyebilirsiniz. Doğrudur. En önemlisi de budur. Bir devrimcinin her zaman, her durumda ‘‘kazanabiliriz’’i düşünmesi gereklidir. Bu devrimciliğin kuralı gibidir. Böyle düşünmekten vazgeçersen, zaten kaybetmişsindir. Ama bu durumda ‘‘kazanabiliriz’’ dememizin sebebi yalnızca devrimci iyimserlik de değil.

Türkiye uzun süredir başkanlık tartışmasına kitlenmiş olsa bile bu tartışmanın esas olarak kitleselleştiği durak olan Anayasa değişikliği paketinin Meclis’e sunulduğu günü referandum yarışının başlangıç günü olarak kabul edelim. Bu içinden geçtiğimiz iki aylık süreçte Hayır oyu verecek insanların Hayır’ın kazanacağı olan inançlarının arttığı elimizdeki verilerden biri. Aynı zamanda yandaş yazarların hepsinin Hayır oylarının arttığı yönünde yazdığı yazıları da AKP cephesinin sanılanın aksine Evet’in kazanmasına kesin gözüyle bakmadığını gösteriyor. Bu iki aylık sürecin geçmiş yıllardan en büyük farkı süreç boyunca saldıran tarafın Hayır iradesi, savunma pozisyonundaki tarafın ise AKP/Saray rejimi olması.

Referandum yarışı Hayır iradesini kendisini hızlı ve güçlü bir şekilde ortaya koymasıyla başladı. Sokaklar neden Hayır denmesi gerektiğini anlatan afişlerle, bildirilerle, sosyal medya yine aynı şekilde Hayır seçeneğini anlatan videolarla, görsellerle, yazılarla, irade beyanlarıyla doldu. Bunun karşısında ise AKP/Saray rejimi ise yarışa Hayır seçeneğine açtığı savaşla başlayabildi. Kendi önerilerine neden Evet dediklerini ‘‘Teröristler Hayır diyor da ondan’’ demeleri bu durumun sadece tek ve komik bir örneğidir. Bunun sebebi AKP’nin Türkiye halkına hiçbir faydası olmayan bir değişikliği referanduma taşımasının yanında, halkı değişikliğin faydalı olduğuna ikna edecek yalan üretmekte ve değişikliğin zararlı olduğu gerçeği manipüle etmekte zorlanmaktadır, bu zorlanmanın sebebi de Hayır iradesinin Türkiye siyasetinde yarattığı atmosferdir.

Referandum yarışının kalanında da devrimcilerin esas olarak odaklanması gereken birkaç nokta var. Kuşkusuz referanduma kadar olan kısa sürede AKP bu durumu aşmak için 7 Haziran ve 1 Kasım seçimleri arasında yaptığına benzer plan yapacaktır ve bu planı hayata geçirmeye çalışacaktır. Bu gerçek karşısında en önemli silahımız ise kendi gücümüz, kendi yapacaklarımızdır. Eğer AKP’nin provokasyonları, tercih değiştirici etkileri boşa düşürülecekse, Hayır iradesi referandum yarışının son düzlüğüne girildiği şu günlerde hızını daha da derinleştirmelidir. Yaratılan atmosfer referandum yarışının son gününe kadar devam etmelidir.

Bu atmosferin devamlılığı esas olarak halihazırda Hayır oyu verecek olan, yıllardır AKP ile barışmamış, bundan sonra da barışmayacak olan Türkiye’nin ilericilerinin, cumhuriyetçilerinin psikolojisine bağlıdır. 1 Kasım seçimlerden sonra oluşan karamsar hava referandum gündemi ile dağılmaktadır ve bu dağılmayı tamamlamak, Türkiye halkının memleketine dair umudunu arttırmak en başta Türkiye’nin genç devrimcilerinin görevi ve sorumluluğudur. Ancak bu şekilde zaten hayır oyu verecek insanları sadece oy vermenin ötesine çıkarabilir, hayır cephesinin bir parçası kılabilir, hayır oyunu örgütleyen birer özne haline getirebiliriz.

Bu atmosferin dağıtılması, sadece hayır oyu verecek olanlar için değil, aynı zamanda yeni insanların da hayır oyu vermesi için zorunludur. Basit bir matematikle sandıktan Hayır çıkabilmesi için son seçimlerde AKP’ye veya MHP’ye oy vermiş insanların Hayır oyuna ikna edilmesi gerektiği sonucuna ulaşabiliriz. Hayır oyu verecek her insanın aynı zamanda bu iradeyi örgütleyen bir özne haline gelmesi bunun için de önemlidir. Yani Hayır oyu verecek olan insanların, tanıdığı tanımadığı kim varsa; bakkal, berber, komşu, akraba vb. herkesi Hayır oyuna ikna etmek gibi bir görevi olmalı. Türkiyeli devrimciler bu süreci özellikle yoksul mahallelerde kahve kahve, kapı kapı dolaşarak emekçi halkın Hayır’a umutlanmasını sağlamakla geçirmelidir. Bu sadece sandıktan Hayır sonucunu çıkarmak için bir adım değil, aynı zamanda Türkiye solunun mahallelerde tekrar güçlenebilmesi, emekçi halkla ilişkilerini kuvvetlendirmesi, kendi güvenli bölgelerinden çıkması içinde bir adımdır.

Hesaplaşma öncesi sandıktan Hayır çıkması hem Türkiye ilericilerinin son kavgayı kazanabileceklerine umutlarının artması, hem de son kavga öncesinde kazanılmış önemli bir mevzi, Osmanlıcılara atılmış büyük bir tokat olacaktır. Yoksa referandumdan hayır çıkması tek başına ne AKP’nin yıkılmasına yetecektir, ne de AKP’nin istifa etmesine sebep olacaktır. Ama %45 genel seçim için bir zafer referandum için ise hezimettir. AKP’nin ise böylesi bir hezimeti kaldırabilecek gücü yoktur. Türkiye gençliğinin ise böylesi bir zafer üzerine inşa edebileceği hayalleri vardır. Hayır’ın umudu da buradan kaynaklanmaktadır.