Kadın üzerinden gerçekleşen tartışmalar hayatın her döneminde güncelliğini korumaktadır. Bu bağlamda toplumsal yapılarda meydana gelen değişiklikler de doğrudan veya dolaylı bir şekilde kadının toplum içerisindeki konumunu etkilemektedir.
Orta Çağ’ın sonlarına doğru ortaya çıkan değişim ve dönüşüm süreci kadının toplum içerisindeki rolünün değişmesinin mihenk taşını oluşturmaktadır. Dünya’da yaşanan bu çok yönlü değişim ve dönüşüm süreci, toplumları etkilemiştir. Kadınlar 20 ve 21. yüzyılın önemli tarihi aktörleri olarak zamanla mevcut durumlarını sorgulamaya başlamışlardır. Böyle bir durumda insanlar tarih nezdinde istatistiki bilgilerden ibaret iken, istatistiklerde bile çoğu zaman kendilerine yer bulamayan kadınlar modernleşme süreci ile birlikte kendilerini gerçekleştirmiş ve tarih sahnesinde kendilerine yer bulmuştur.
Kadının modern dünya ile kurduğu bağları ele almadan önce, genel hatlarıyla modernleşme kavramına değinelim. Modernleşme kavramı geçtiğimiz yüzyılda sosyal bilimlerin sıklıkla üzerinde durduğu kavramlardan birisi olmuştur. Modern kelimesi M.Ö. 5. yüzyılda Latince’de ‘‘tam şimdi, bugüne ait, çağa uygun’’ anlamına gelen “modo” kavramından türetilmiştir. Kavram başlangıçta Hristiyanlığı benimseyen toplumların eski pagan kültüründen tamamen koptuğunu ve yeni bir kültürün doğduğunu anlatmak için kullanılmıştır. Modern kelimesinin tarihçesi M.Ö. 5. yüzyıla kadar gitmektedir. Ancak modernleşme kavramının kendini oluşturması bağlamında modern terimi, özellikle 15. yüzyıldan itibaren Batı Avrupa’da ortaya çıkan değişimlerin genel adı olarak kullanılmıştır.
Modernleşme süreci iki evrede incelenebilir. 1750 sonrası bilimsel gelişmeler sonucu ortaya çıkan Sanayi Devrimi modernizm açısından önemli bir uğraktır. Marx’a göre geleneksel toplum tasfiye edilebildiği ölçüde modern toplum ve modern kurumlar kurulabilir. Yani birinci dönem için modern bir toplumun önündeki engellerin kalkmaya başlandığı dönem denirken, ikinci dönem için modern toplum yaratmanın önündeki engellerin kalktığı dönem denmektedir. Marx ‘‘modernleşme ve kapitalizm birbirinden ayrılmaz ikiz kardeş gibidir’’ der.
Fransız İhtilali ile başlayan ve tüm dünyaya dalga dalga yayılan kadın hareketleri etkisini, Osmanlı toplumunda da göstermiştir. Zira kadın hareketleri modernleşme ile paralellik gösteren bir olgudur. Osmanlı Devleti’nin de modernleşme sürecini yaşarken bu dalgadan bir şekilde etkilenmesi kaçınılmazdır. Geleneksel temeller üzerine kurulu Osmanlı Devleti’nin modernleşmesine öncülük edecek yapısal değişimler özellikle II. Meşrutiyet döneminde gündeme gelmiştir. Modernleşme sadece siyasal yapıda değil, toplumun yeniden yapılanmasında da belirleyici olmuştur. 19. yüzyılda Osmanlı Devleti siyasal, sosyal, ekonomik alanlarda, eğitim ve hukuk alanında, Batı’ya ayak uydurma ve ilerleme çabasıyla değişimler ve yapısal dönüşümler geçirmiş, bu değişim sürecinden Osmanlı kadını da etkilenmiştir. Eğitim, hukuk, ekonomi gibi toplumun yeniden yapılandırılmasında belirleyici olan faktörler, kadının toplumdaki konumunu da belirlemiştir. Yani Osmanlı kadınının konumu modernleşme ile paralellik göstermiştir. Yaşanan değişimler, o zamana dek sadece ev içinde anne ve eş rolleriyle sınırlanmış olan kadına da sirayet etmiş, kadın toplumsal yaşamda farklı statüler kazanmak için taleplerde bulunmaya başlamıştır.
Yukarıdaki paragrafta da değindiğim üzere Türk modernleşme tarihinde kadın hareketleri Cumhuriyet’in kuruluşuna ön ayak olan Osmanlı’daki modernleşme hareketleriyle başlamıştır. Halkın neredeyse yarısını oluşturan kadınlar da değişimlerden çokça etkilenmiş ve kimi örneklerde doğrudan öncü rolü üstlenmiştir. Bu yüzden kadınlar, dünyada yayılan kadın hareketlerinden etkilendikleri gibi, siyasal sisteme aktif Dur şekilde katılmaya başlamış ve bazı haklar talep etmişlerdir.
Yirminci yüzyıl başlarında mücadele daha da şiddetlenmiş ve kadın dernekleri artmıştır. Balkan Savaşları ve I. Dünya Savaşı deneyimi kadınları siyasallaştırmış ve militarize etmiştir. Öyle ki, büyük mücadelelerle kadınlar üniversitede okuma, devlet dairelerinde memur, fabrikalarda işçi olarak çalışma haklarını kazanmıştır. Oy hakkı, 1919’dan itibaren talep edilmeye başlanmıştır.
1935 -1975 yılları arasında önceki yıllara oranla neredeyse sönümlenmiş bir kadın hareketinden bahsetmek mümkündür. 1968 kuşağının içerisinde yer alan kadınlar, 1975 yılında İlerici Kadınlar Derneği’ni kurmuşlardır. 1980 darbesinden sonra da kadın hareketleri boyut değiştirmiştir. Baskı altında tutulan ve şiddete maruz bırakılan kadın bedeni kadın hareketleri açısından en önemli sorunlardan biri haline gelmiştir. (Türkiye’de kadınların modern dünya ile kurdukları bağı ve mücadele pratiklerini incelerken, toplumsal değişim ve dönüşümleri göz ardı etmemek gerekir. Örneğin; köylerde veya metropollerde yaşayan kadınlar ayrı bir inceleme başlığıdır. Osmanlıdan günümüze kadının modern hayattaki yeri de bu çerçevede değişkenlik göstermektedir.)
Günümüz Türkiye’sinde iktidarın kadın düşmanı söylemleri, yasaları ayrı bir mücadele başlığı haline gelmiştir. ‘‘ben zaten kadın ve erkek eşitliğine inanmıyorum.’’, ‘‘bir tane kız mıdır, kadın mıdır bilemem’’, ‘‘kadına şiddet abartılıyor’’ gibi söylemler sıkça artmakta, cezasız kalan kadın cinayetleri, cinsel istismarlar sıkça artmakta, kadını eve kapatmaya, modern hayattan izole etmeye yönelik hamleler yapılmaktadır. Bir yandan da televizyon programlarında birbirleriyle kavga eden moda ikonaları peydah olmakta ve kadınlara bir çerçeve çizilmeye çalışılmaktadır. Kadınların bir arada durmasından korkan iktidar, hamlelerini de buna paralel yapmaktadır.
1970’lerde işçi grevlerinde hakkını arayan, gezi direnişinde barikatın ön saflarında duran, Maraş’ta, Karadeniz’de yaşamını savunan iktidara baş kaldırmış Havva Ana’lar, kirpiğimiz yere düşmesin diye hakkını arayan Çilem Doğan’lar ve yaşam hakkını savunan birçok kadın bunu defalarca göstermiştir. İktidarın bütün dayatmalarına rağmen 8 Martlarda dimdik ayakta duran kadınlar şimdi de Saray karşısındaki mücadele de ön saflarda durmaktadır. Sarayın kadınlara biçtiği ‘‘yaşam tarzını’’ kabul etmeyerek, tek adam diktatörlüğüne karşı verilen mücadele de ülkenin umudu olmaya devam etmektedirler.
Ve kadınlar
bizim kadınlarımız: korkunç ve mübarek elleri
ince, küçük çeneleri, kocaman gözleriyle
anamız, avradımız, yârimiz
ve sanki hiç yaşanmamış gibi ölen
ve soframızdaki yeri
öküzümüzden sonra gelen
ve dağlara kaçırıp uğrunda hapis yattığımız
ve ekinde, tütünde, odunda ve pazardaki
ve kara sabana koşulan ve ağıllarda
ışıltısında yere saplı bıçakların
oynak, ağır kalçaları ve zilleriyle bizim olan
kadınlar,
bizim kadınlarımız
şimdi ayın altında
kağnıların ve hartuçların peşinde
harman yerine kehriban başlı sap çeker gibi
aynı yürek ferahlığı,
aynı yorgun alışkanlık içindeydiler.
Ve onbeşlik şaraplenin çeliğinde
ince boyunlu çocuklar uyuyordu.
Ve ayın altında kağnılar
yürüyordu Akşehir üzerinden Afyon’a doğru.
Kaynakça:
- Demokrasinin Cinsiyeti / Anne Philips/ Metis
- Cariyeler Yurttaşlar Bacılar /Deniz Kandiyoti /Metis
- Serpil Çakır /Osmanlıda Kadın -Türk Modernleşmesinin Cinsiyeti /Serpil Sancar / İletişim