Baskıcı Bir Rejimin Tiyatro Sorunsalı

AKP hükümetinin tiyatro alanında yeni bir kültür yaratma çabaları başarısız bir şekilde devam etmektedir, zira şu anda aydın kisvesi altında dolaşan ve hükümeti destekleyen sözde akiller sanatın asıl amacı olan üretimin yerine yozlaştırma ve yobazlaştırmayı koymuş durumdadırlar. Hükümetin politikalarını desteklemek amaçlı oluşturulmuş bu atılım kültürel mirasımızı yüz kızartacak dereceye küçümsemiş ve bayağılaştırmıştır. Her ne kadar bu atılımda diğer karşı devrimci politikalar gibi tarihin sayfalarında yok olmaya mahkûm olsa da yine de yolu bin bir zorlukla açılmış, her şeye rağmen ayakta durmuş olan kültür birikimimizin gelecek kuşaklara aktarılması hususunda harekete geçilmesi şarttır. Tiyatro alanında hem devlet destekli hem de özel alanlarda, tiyatrolara karşı uygulanan dünya kamuoyunda yer bulmayacak kadar küçük fakat AKP politikalarına karşı çıkmayı zorlaştıracak yaptırımlar, üretimin sağlanabilmesini kısıtlamıştır. Yine aynı şekilde KHK’lar bahane edilerek işten çıkartılan tiyatro emekçileri,15 yıldır devam etmekte olan sansür anlayışını oldukça ileriye taşımış ve sanatçıları, halk arenasında nispeten daha az kitlelere ulaştırabilen, alternatif tiyatrolara yönelmeye sevk etmiştir. Peki, AKP’nin bu denli korktuğu tiyatro birikimi nedir, nereden gelmektedir ve nasıl bir korku unsuru yaratmaktadır?

Tiyatro her şeyden önce bir eğitim aracı, kitlelerin ortak noktası ve bir ilerleme katalizörüdür; tiyatro olan olaylardan beslendiği kadar olayları etkileme hızlandırma ve değiştirme yapısına da sahiptir. Bu nedenden dolayı tiyatro güncelin değişmesinde ve tarihsel ilerleyişte hep toplumsal değişimleri en önemli kalelerinden birisi olarak kalmıştır. Dünya genelinde bakıldığı zaman tiyatrodaki devrimci, toplumcu, realist yaklaşımlar aydın kesimlerin öz eleştiri yapabileceği, toplumda köklü değişimler yaratabilecekleri, ileri değerleri halka aktarabilecekleri en önemli platformlardan birisi olmasını sağlamıştır. Türkiye öznelinde ise batılı anlamda, tiyatro denilebilecek örnekleri ilk defa Tanzimat Dönemi sırasında ortaya çıktığı, Meşrutiyet Dönemi’nde parladığı ve Cumhuriyet Dönemi’nde halka indiği ve hangi dönem olursa olsun elinde kitleleri harekete geçirecek, eğitecek ve bilinçlendirecek gücü olduğu görülmektedir.1 Bu güç ise tiyatro tarihimizin belirli safhalarında baskıcı unsurlar tarafından sınanmış fakat bu sınamaların sonucunda daima tiyatro, yapısı gereği, eğitmeye ve ilerletmeye devam etmiştir.

Cumhuriyet Öncesi Tiyatro

Tanzimat Dönemi, Türk Tiyatrosu için bir başlangıç niteliğindedir. Her ne kadar ortaoyunu geleneği siyasi taşlamaları içselleştirmiş, yalın bir dille halka anlatmayı başarmış olsa da Tanzimat ve İstibdat Dönemleri ile birlikte güncel politik konuların tiyatro anlatısına katılması mümkün olmuştur. Bu dönemde tiyatronun eğitici ve birleştirici unsuru göz ardı edilemeyecek kadar güçlüdür: ‘‘Politik konuların, Türk Tiyatrosunda asıl kullanılmaya başladığı zaman dilimi, tarihsel olayların da eserlerde ele alındığı Tanzimat ve İstibdat Dönemi Tiyatrosudur. Bu dönemde, o yılların siyasal olaylarını eserlerinde ele alan, öncül yazar Namık Kemal’dir. Politik tiyatro, yazıldığı dönemi tarihi art alanından da etkilendiğinden bu tiyatro türüyle yalnızca politik kaygılar ve sorunlar değil aynı zamanda tarihsel gerçeklikler de seyirciye aktarılır.’’.2 Politik tiyatronun güçlendiği ve yaygınlaştığı bu dönem beraberinde sansür ve baskıcı yaptırımları da beraberinde getirmiş ve Tanzimat ile İstibdat Dönemleri içerisinde uygulanılmayan çalışan bütün olumlu işler üzerinde yıkıcı bir etki yaratmıştır. Dönem içerisinde tehlikeli addedilen hürriyet, anarşi, sosyalizm, vatan, grev, Bosna-Hersek, vb. gibi kelimeler yasaklanmış, oyunların isimleri gerçek hayattaki insanlar ile benzerlik gösterdiği için değiştirilmiştir. Bu dönemde gerçekleşmiş olan, padişahı burnunu anıştırabileceği olasılığı yüzünden 1901 yılında yasaklanan Cyrano de Bergerac oyunu da Türk sansür tarihinde yerini almıştır.3

1908 yılında 2.Meşrutiyet’in ilan edilmesi ile birlikte derin bir nefes alan Türk Tiyatrosu, oldukça hızlı bir ilerleme safhasına girmiş ve gelişmiştir. Bu safhada yazım ve uygulama konusundaki rahatlık ile birlikte tiyatro oyunları çoğunlukla güncel olayları, halkın anlayabileceği şekillerde ve görsel olarak, sahnelemişler ve halka alternatif bir anlatı sunmuşlardır. Topluma gerekli ve zorunlu olarak görülen tiyatro bu dönem süresince Cumhuriyet’in ana öğelerini oluşturacak inkılapçılık, çağdaşlık, halkçılık, kadın-erkek eşitliği ve akılcılık konularında halkı eğitmiş ve değer yargılarının değişmesi için Osmanlı Devleti ile Türkiye Cumhuriyeti arasındaki köprülerden bir tanesi olmuştur. Sahnelerde Kadın-Erkek ayrımcılığının kaldırılması yönünde büyük adımlar atılmaya çalışılmış fakat başarısız olmuştur.4 Meşrutiyet Dönemi genel hatları ile yeni oluşmaya başlamış olan tiyatro kültürünün muhafazakâr kesimlerle olan çekişmesi ve Cumhuriyet’in ilanına kadar bu kesimlerin yavaş yavaş güçlerine kaybetmesi şeklinde de görülebilir. Hasibe Kalkan Kocabay Tiyatro ve Gerçeklik ilişkisinde Belgesel Tiyatro adlı yazısında dönemi şu şekilde anlatmıştır: ‘‘Aydınlar ve yazarlar, tiyatroyu geçmişle hesaplaştıkları, dönemi sorunlarıyla yüzleştikleri ve Türkçülük ve Sosyalizme değin çeşitli siyasi akınların sözcülüğünü yaptıkları bir kurs olarak değerlendirmişlerdir.’’.5

Cumhuriyet Tiyatrosu

Cumhuriyet sonrasında açılan Halkevleri geleneği ve kurulan ilk konservatuarlar, Türkiye’nin tiyatro konusunda eğitim verebilmesini ve tiyatroyu halka mal edebilmesini olanaklı kılmıştır; bu bağlamda tiyatro Cumhuriyet değerlerini Anadolu’nun her kesimine yaymak için bir araç olmuş ve Atatürk ilkeleri benimsenmesini sağlamıştır. Cumhuriyet Dönemi’nde tiyatro eserlerinde kullanılan temalara bakıldığında devrimlerin korunması ve övgüsü, yurt sevgisi, Türk kadınının yeri, vb. baskın olduğu ve halkın yeni anayasal, ahlaki ve laik düzene entegre edilmesi kaygısının olduğu görülür. Bu kaygının bir getirisi olarak ilerici, sanat yapılanması ise Cumhuriyet’in ilan edildiği yıllardan itibaren Türk tiyatrosunun ana motiflerinden birisi haline geldiği ve daima dile getirdiği gözlemlenmektedir.6 1950’lere gelindiğinde ise Halkevleri’nin ve köy enstitülerinin Demokrat Parti tarafından kapatılmasıyla birlikte Türk Tiyatrosunun halka indirilmesine büyük bir ket vurulmuş ve bu hususta çalışan bir elin parmaklarını geçmeyen insan tarafından yürütülmeye çalışılmıştı. Her ne kadar 1950’li yıllarda resmi anlamda tiyatro sansürü kaldırılmasına rağmen ilerleyen dönemlerde il yöneticilerine verilen geniş yetkiler ve ‘Sakıncalı Oyun ’tanımının genişliğinden dolayı sahneler kapatılmış, oyunlar yasaklanmış ve oto sansür uygulaması yaygınlaşmıştır. Yasaklanan oyunlara örnek olarak Aydın Engin’in Devri Süleyman adlı oyunu örnek gösterilebilir; oyun İstanbul ve Ankara Valilikleri tarafından yasaklanmış daha sonra 27 Ocak 1968’de oyunun sergilendiği sahne ‘meçhul’ kişiler tarafından kundaklanmıştır. Türk tiyatrosunun en önemli özelliklerinden olan toplumsal-siyasal eleştiri ve taşlamalar ile 1960’lı yıllarda tiyatronun içinde sokaklarda, politik arenalarda yansıma bulmuş ve eleştiriler fonksiyonunun çok daha ötesine geçerek etkin bir biçimde sahnelerde pratik bir araç olarak kullanılmıştır. Bu pratik kullanımı yine dönemin en sık kullanılan temalarından baktığımızda görebilmekteyiz; yoksulluk, güvensizlik, vurgun, sömürü, rüşvet, bilinçsizlik, sorumsuzluk, yabancılaşma, barış, mutluluk, sevgi, özgürlük… 1960’lar tiyatro metin temaları ve günümüzle paralellik kurmanın neredeyse imkânsız olduğu bu noktada, güncelin tiyatro pratiğine yansımaması durumu ile paralellik kurmamak da hem biçem hem de içerik olarak imkânsız olacaktır. Dramatik tiyatro anlayışının egemen olduğu Türk Tiyatrosu’nun kendi kimliğini bulmaya başlaması da yine 1960’lı yıllara denk gelmektedir; Bertolt Brecht’ın oyunlarının Türkçeye çevrilmesi ve ilk defa profesyonel anlamda Şehir Tiyatroları tarafından sergilenmesi ile birlikte, dönemin politik tiyatrosu etkisini ve etkinliklerini arttırmıştır.7 Fakat 1971 Muhtırası ve 12 Eylül 1980 darbesi ile birlikte 1960’lı yılların politik tiyatro kültürü oldukça büyük bir darbe yemiş ve günümüze kadar oldukça sancılı bir toparlanma sürecinden geçmiştir.2000’lerde politik tabanı içerisine belirli değer yargıları ile desteklenmiş bir form uydurmak isteyen AKP çözümü ilk önce yeni bir tarih yazını daha sonra ise tasfiyeci ve dışlayıcı yaptırımlarda bulunmuştur. AKP kendi dönemi içerisinde istibdat dönemi sansürünü,1960’lar tiyatro kundakçılığını ve 1980’ler baskılarını tek bir hükümet yapılandırmasında toplamıştır.

Görüldüğü üzere tiyatro, Türk seyirci kitlesi ile tanıştırıldığı andan itibaren, kendi içerisinde topluma yansıyacak bir şekilde ilerinin devinimini ve geri ile olan çekişmesini getirmiştir. Bu devinim ve çekişme ile birlikte adaletsizliğin, yozlaşmanın, sahtenin, sansürün, manipülasyonun foyasını ortaya çıkarma yükümlülükleri de beraberinde taşımıştır. Görsel kültürün ve öğelerin propaganda olarak sıklıkla kullanıldığı günümüzde, bir performans sanatı olarak tiyatro, ayrı bir güç odağı oluşturmaktadır; eski gücüne dönmekte olan politik tiyatro, gün geçtikçe AKP’nin oluşturmak istediği odaklara karşıt alanlara evrilmektedir. Yozlaşma ve yolsuzluk ile tanımlanmış bir hükümet yapılanmasının bu denli alternatif görsel kültür öğelerine ve genel anlamıyla tiyatro sanatına bakış açısı da doğal olarak baskıcı ve sansürcü olmuştur. Şu anda içerisinde bulunduğumuz sansürcü, belirli kesimlere karşı tasfiyeci ve yandaş olmayan herkese karşı baskıcı olan tiyatro ve sanat anlayışı, AKP politikalarının doğrudan doğruya bir sonucudur ve tiyatronun doğasına karşıdır. Türk tiyatrosunun en önemli isimlerinden olan Haldun Taner ülkemizin sansür uygulayıcıları için şunları söylemiştir: ’’Bunca yıllık şahsi tecrübeme dayanarak şunları söyleyebilirim ki sansürcülerin ölçütleri çok değişkendir. Bir dönem bir önceki dönemin yasakladığını atlar. Sansürün değer yargıları sanatın, düşüncenin, bilimin, gerçeğin yasalarına uymaz. Çoğu zaman bunlarla çelişki halinde olur. Çünkü sansürü uygulayanlar sanat ve fikir adamı değil, politik iktidarların kontrol memurlarıdır. Bu bakımdan dünyanın neresinde olursa olsun, zaman bu tutarsızlığı ortaya er geç çıkarır, tu kaka edilen eserler er geç eski tatlarına geçer, otururlar. Ismarlama sanat, güdümlü sanat sevdası ancak bu konuda bilgisi, tecrübesi olmayanlardan sadır olabilir.’’8 Şunu da belirtmekte fayda var ki, yıllar süren sansür politikalarının bir yan etkisi olarak oto-sansür, varlığını bireysel düzlemde hala güçlü bir şekilde devam ettirmektedir. Oto-sansür durumu özellikle, tiyatroda didaktikliği gerektiren yerlerin, estetik kaygısı ile karıştırıldığı ve baskının doğal getirisi olduğu yok sayıldığı durumlarda amatör ve özel tiyatrolar için refleksif bir geri çekilim haline gelmektedir. Üniversite tiyatroları, yeni kurulmuş özel tiyatrolar ve varlıklarını devam ettirebilmek için popülist yaklaşımlara dönmüş kumpanyalar, yukarıda belirtilen estetik kaygı maskesi ardına saklanmış oto-sansür uygulaması ile üretimde pasif kalmaktadırlar. Oto-sansürün ve sansürün bu denli kuvvetli etkileri olması durumu tiyatroyu daha önce istibdat,50’ler ve 80’lerden çıkartan baskılara karşı toplumdaki eğitimsel işlevini devam ettiren tiyatro zihniyetine ket vurmaktadır. Sansür uygulayıcılığının çoğu formunu akıl dışı olduğu bu durumda, tiyatronun özgürleşmesi için atılacak ilk adımlardan birisi, oto-sansür zihniyetinin günümüzdeki diğer baskıcı ve sansürcü odaklarla birlikte kırılması ve teatral üretimin özgürleşmesi ve ülke gündeminden kopmaması gerekmektedir.

Dipnot

  1. And, Metin. Başlangıcından 1983’e Türk Tiyatro Tarihi. İstanbul: İletişim Yayıncılık, 2004.
  2. Özmen, Özlem. (2015, Ocak). Türkiye’de Politik Tiyatro’nun Gelişimi. Ankara Üniversitesi Dil ve Tarih-Coğrafya Fakültesi Dergisi. Sayı 55. Sayfa 417.
  3. Konur, Tahsin. Devlet-Tiyatro İlişkisi. Ankara: Dost Kitabevi, 2001.
  4. ‘‘İzmir Sporting Klüb’de, İttihat ve Terakki Partisi bir tiyatro gösterimi düzenlemiştir. Buna kadınlarda gelmek istemiş, parti yöneticileri de kadınların bu isteğini kabul etmişlerdi. Fakat yobazlar ellerinde bıçaklarla tiyatroyu kuşatmışlar, tiyatroya girecek kadınları öldüreceklerini söylemişlerdi.’’ And, Metin. Başlangıcından 1983’e Türk Tiyatro Tarihi. İstanbul: İletişim Yayıncılık, 2004. Sayfa 116.
  5. https://dergiler.ankara.edu.tr/dergiler/13/1190/13745.pdf
  6. Metin And., a.g.e., s.158.
  7. İpşiroğlu, Zehra. Tiyatroda Devrim. İstanbul Çağdaş Yayınları,1998.
  8. Taner, Haldun. ‘‘Anılar’’ Milliyet, 21 Şubat 1982. S.2.