Lisede okuduğumuz yıllarda arkadaşlarımız ile liselilerin nelerden mutlu olabileceğini tartışırdık. Tartışmanın sonunda bir ‘‘mutluluk üçgeni teorisi’’ oluşturduk. Bu teoride ortaya koymak istediğimiz şey, biraz daha hayattaki dengeleri nasıl yöneteceğimiz üzerine bir strateji ortaya koymaktı. Bu teorinin özünde üç temel faktör vardı; örgütlü mücadele, okul, aile (kişiden kişiye değişecek şekilde aileyi çıkartıp sevgiliyi de koyuyorduk). Temel amacımız bu üç faktörün ikisini ayakta tutmaktı, ikisini iyi anlamda yürütebilmek bir başarıydı bizim için. Üçünün iyi olduğu durumlar çok fazla denk gelmiyordu ve hayatımızda kötü bir şeyler olabileceği sinyallerini ortaya çıkarıyordu. Tersinden baktığımız vakit ise üçünün kötü gittiği durumlarda insanların depresyona girdiğini gözlemliyorduk.
Baktığım zaman AKP’nin ‘‘Mutluluk üçgeni’’ konusunda böyle bir depresyona girdiğini söyleyebiliriz. Peki AKP’nin mutluluk üçgeninde hangi faktörler var? Yukarıda da söylemiştik, zaman zaman üçgenin faktörleri değişebilir. Bugün baktığımızda; iç siyaseti kontrol edebilme, uluslararası ilişkiler ve ekonominin AKP’nin mutluluk üçgenini oluşturduğunu iddia edebiliriz.
Devam edelim, AKP iç siyaseti kontrol edebilme yetisini Haziran Direnişi ile tamamen bitirmiştir. Uluslararası ilişkiler anlamında ise uzun bir süredir sıkışma yaşadığını biliyorduk, emperyalizmin bölgede krize girmesi ile AKP’nin sıkışma durumu, kriz durumuna evrilmiş oldu. Üçüncü faktör olan ekonomi ise 15 temmuzdan sonra kontrolden çıkmış durumdadır. Dövizin sürekli bir biçimde ülkeden çıkması bunun bir uzantısı olarak doların bir dönem 4 liraya kadar yükselmesi, AKP’nin sürekli ekonomik durumu gözetmeksizin saldırgan tutumu ve diğer ekonomik verilere baktığımız vakit bir bunalım hali olduğunu görüyoruz.
Kısaca değindiğimiz faktörler AKP’nin geçtiğimiz 14 yıllık iktidarında nasıl bir denge stratejisi tutturmaya çalıştığını incelemek noktasında kritik bir önemi vardır. Bu faktörlerini incelemeye öncelikle AKP’nin üçgenindeki ekonomi faktörüne bakmak gerekiyor. Yalçın Küçük’ün benzetmesini kullanacak olursak AKP veremli bir ülkeye iktidar olarak geldi. Verem zayıflatır, inceltir, verem atlatıldığı vakit ise kontrolsüz bir kilo alımı olur AKP zamanındaki büyüme, bu kontrolsüz kilo alımıdır.1 Bu dengesiz kilo alımı en ileri hali olarak inşaat sektörü karşımıza çıkıyor. Sürekli olarak dövizin ülkeden çıkması ve merkez bankasının elindeki döviz rezervinin erimesine rağmen faiz artırımına gidilmemesinin temel sebeplerinden birisi, inşaat sektörünün bu dengesiz kilo alımındaki aşırı şişmesinden kaynaklı bugün ayakta tutmak çabasıdır. Sadece bununla kalmamakla beraber geldiğimiz durumda AKP’nin çok hırçın davranmasından dolayı uygulanan ambargo, iptal edilen proje ve ihaleler ekonomiyi bir çıkmaza sokmuş durumda.
Ekonomi anlamında bu duruma gelmediği vakitler ise AKP’nin geçen 14 yıllık iktidarına baktığımız vakit ülke içerisinde sıkışma yaşadığı dönemlerde dış siyasette belli hamleler yaparak burada kendine hareket alanı açmaya çalışmış ve bugün geldiğimiz noktada bu strateji boşa düşmüştür. AKP, pazarlıkta söz sahibi olmak adına Suriye’ de operasyon düzenleyerek kendine alan açmaya çalışmış, ama başarılı olamamıştır. AKP, alan açmak adına yaptığı müdahaleyi aynı zamandan göbekten bağlı olduğu ABD’ye karşı Şangay beşlisine katılabilirim diyerek, Avrasya bloğuna geçebileceğine dair bir mesaj verdi. Bu mesaj basit günlük bir siyasi hamle olmaktan öte, dünyadaki bloklaşmayı etkileyecek, birçok ülkenin kendi jeostratejisini değiştirmesine neden olacak bir hamledir. Bu hamlenin önemi daha iyi kavramak adına Avrasya bölgesinin ekonomik ve siyasal olarak nasıl bir gücü temsil ettiğine değinmek gerekiyor.
Avrasyacılık doktrini, kendini dünya petrol rezervlerinin %74,43’ünü, doğalgaz rezervleri ise dünya rezervinin %73,17’sini kapsayan bir coğrafya üzerine kuruyor. ABD’nin rezervlerine baktığımızda ise petrolde, %2.10 doğalgazda ise %2,99 oranlarını görüyoruz.2 Bugün dünyadaki pastadan pay alma mücadelesi bu oranlardan dolayı Avrasya’da gerçekleşiyor.
Lenin’in Emperyalizm kitabında tahlil ettiği üzere de paylaşım mücadelesi sadece ulusal ölçekte değil uluslararası tröst ve karteller arasında da geçmektedir. ‘‘Emperyalizm, tekellerin ve mali sermayenin egemenliğinin ortaya çıktığı; sermaye ihracının birinci planda önem kazandığı; dünyanın uluslararası tröstler arasında paylaşılmasının başlamış olduğu ve dünyadaki bütün toprakların en büyük kapitalist ülkeler arasında bölüşülmesinin tamamlanmış bulunduğu bir gelişme aşamasına ulaşmış kapitalizmdir’’.3 Bugün Avrasya üzerinde verilen mücadele, Lenin’in 1916 yılında ortaya koyduğu tekelleşme olgusunun en yüksek aşaması olarak kendini gösteriyor. Her şeyden önce Avrasya, hem ABD (Atlantik) cephesi için hem de Avrasya cephesi için, tekelleşme yolunda verdikleri bir mücadelenin alanı olarak görülmelidir.
Yapısalcı bir analiz yöntemi Rusya ile ABD eş aktörler olarak tarif edecektir. Böyle bir analiz indirgemeci olduğu noktada Avrasya üzerinde verilen mücadeleyi sağlıklı okumamızın önüne geçecektir. Bu bağlamda iki farklı aktör olarak, Rusya ve ABD’nin Avrasya yaklaşımlarını mercek altına almak gerekir.
Atlantik açısından Avrasya
Bu cephenin kuşkusuz en önemli ideologlarından birisi Brzezinski’dir. Brzezinski, Polonya kökenli olup yıllarca ABD’de Dış Politika Stratejisti olarak çalışmıştır. Obama, başkanlık yaptığı sırada Brzezinski için “ülkemizin en önemli düşünürlerinden biri” demiştir. Brzezinski’nin 1997 yılında yazdığı “Büyük Satranç Tahtası” bütün stratejistlerin ve siyasetçilerin başucu kitabı olarak durmaktadır. Kitap ABD’nin süper güç olarak kalabilmesi için büyük satranç tahtası olan Avrasya üzerinde nasıl hamleler yapılması gerektiğini anlatmaktadır.
Brzezinski, Sovyetler Birliği’nin çözülmesiyle beraber ABD’nin tek süper güç olduğunu ve bu süper güç durumunu korumak için önümüzdeki dönemin “Büyük Satranç Tahtası” olan Avrasya’ya hâkim olması için 3 temel gereksinim sıralıyor:
1-ABD, salt ekonomik değil askeri ve siyasal olarakta dünyadaki tüm ülkelerden üstün konumunu devam ettirmeli
2-Avrasya’da toprak sahibi olmadığı için Avrasya’daki olayları kontrol edebilecek şekilde kilit ülkeleri belirleyip buralarla sağlam ilişkiler tutturmak
3-Çin, Rusya ve İran’ın içinde bulunduğu Atlantik karşıtı bir Avrasya cephesinin oluşmasını engellemek.
Kitabında Çin’i bir potansiyel risk olarak görüp. Çin’in o dönemdeki büyüme oranları ile 20 yıl devam etmesinin çok olasılıksız olduğunu söylemiş olsa da bugün geldiğimiz noktada ekonomik zeminde Çin’in yeri bellidir. Çin ekonomide gördüğü boşluğu iyi bir şekilde doldurarak bu alanda bir iddiası olduğunu ortaya koymuştur. ABD’nin ise tüm dış borçlarına rağmen bu yarıştan düştüğü söylenemez ABD, geldiğimiz noktada borçları ile ekonomiye şekil verecek güçtedir. ABD’nin ekonomik olarak çökmesi var olan kapitalist dünyanın çökmesi demektir. Ama buradan ABD altın çağı devam ettiği düşüncesi çıkmamalıdır, ABD’nin dünyayı krizsiz yönettiği dönem sona ermiştir. Bunun farkına vardığından dolayı ABD borçları bitirmek adına bir süredir hamleler yapmaktadır. Fed’in faiz düzenlemeleri bunun bir uzantısı olarak okunmalıdır.
Askeri alanda ise gerek Iran gerek Kuzey Kore’nin nükleer denemeleri, ABD’nin başarısız Irak harekâtı, Suriye’de gelinen son nokta ABD’nin tek güç olmadığını ortaya koymuştur.
ABD’nin belli bir ölçüde jeopolitik açıdan kritik ülkeleri piyon olarak kullanarak Avrasya bölgesinde planladıklarını gerçekleştirdiğini düşünürken (bunun bir örneği Arap Baharıdır) ilerleyen süreçte ise başarılı olamadığını, Suriye’nin geldiği son nokta çok net bir şekilde göstermiştir. ABD’nin bölgede kullandığı baş aktör olan Saray rejimi ise bugün Suriye konusunda kitlenmiş, hareket edemez pozisyona gelmiştir.
ABD’yi bölgede etkileyecek en kötü olasılık olarak kendisine karşı kurulan Anti-atlantikçi bir cephenin kurulması gerçekleşmiştir. Bu cephenin içinde Suriye’nin de olması emperyalizmin bölgede bir kriz yaşadığının en büyük göstergelerinden biridir.
Atlantik açısından bugün, Avrasya, krizden başka bir şey ifade etmemektedir. Brzezinski’nin ortaya koyduğu stratejiler krize girmiştir. Bugün Trump’ın başkan seçilmesinin bir nedeni de burada aranmalıdır. Trump, ne yapacağı belli olmayan bir aktör olmaktan öte gelinen noktada Avrasya bölgesinde yoğunlaşan ve tüm dünyayı etkileyen krizin bir sonucu olarak seçimleri kazanmıştır.
Avrasya cephesinde Avrasyacılık
Avrasya cephesi bugün çok özneli bir yapıdır. Ama yazının kapsamı ve amacından dolayı Avrasya cephesi dendiğinde Rusya kast edilmiş olacaktır bunun sebebi Rusya, Avrasya cephesinde ekonomik anlamda en güçlü özne olmamasına rağmen jeopolitik konumundan kaynaklı siyasete etki gücünden dolayı bu şekilde kullanmayı tercih edeceğiz.
Rusya’da Avrasyacılık tarihi çok daha eskiye dayanıyor. Ekim Devriminden sonra yurtdışına kaçan bir kısım “aydın” tarafından Rusya’nın doğulu olduğu tezine karşıt olarak Rusya’nın ne doğulu ne de batılı olduğu tezi ile ortaya çıkmıştır. 1930’lu yıllara gelindiğinde ise destekçisi kalmadığından sönümlenmiştir. Sovyetler Birliği’nin çözülmesinden sonra Alexander Dugin öncülüğünde Neo-Avrasyacılık adı ile tekrardan ortaya çıkmıştır.
Sovyetler Birliği’nin çözülmesinden sonra Rusya’nın doğal kaynaklar açısından zengin bölgelerin kendi cumhuriyetlerini ilan etmesi, çözülme sürecinin ekonomiye verdiği zarar göz önüne alındığında tek kutuplu dünyanın liderinin ABD olduğu tartışılmaz bir olgu haline geldi. Dugin böyle bir dönemde Avrasyacılık’ı bölge ittifakları ABD karşıtı bir örgütlenme yolu ile dünyanın tekrardan çift kutuplu dünya düzenini yaşayacağını tezini ortaya attı.
Şimdi burada Dugin’in yaslandığı siyasal temel yapıyı incelemek gerekiyor:
‘‘20.yüzyılda tüm dünyanın Varşova Paktı ve NATO ülkeleri olarak iki stratejik kampa bölünmesi, ideolojik zıtlığın değil, ‘siyasi coğrafya’nın temel yasalarından hasıl olan salt jeopolitik karşıtlığın sonucuydu.’’4
Dugin, soğuk savaşı, ideolojilerin birer savaşı olarak değil, jeopolitik bir mücadelenin bir sonucu olarak okuduğundan dolayı her şeyi bunun bir uzantısı olarak görmek durumundan kendisini kurtaramamıştır. Dugin’in tezlerinin kapsamlı eleştirisi bu yazının sınırlarını aşmaktadır. Bu tezler insan edimi ve tarihin akışı yerine statik (deniz ve kara) kavram kalıpları ve dengeleri baz aldıkları noktada bugünü ve geçmişi açıklamakta eksik kalmaktadırlar.
Devam edelim, Dugin’in teorisi, yazının başında da değindiğimiz gibi emperyalizm tahlilindeki tekelleşme olgusunun bir ucunun temsiliyetinden başka bir şeyi ifade etmemektedir. Bugün Rusya’nın, ABD’nin bölgede krize girmesinin bir sonucu olarak daha saldırgan politikalar izlemesi üzerine direnen ülkelerle kurduğu ittifaklarla bölgedeki gücünü artırarak ABD’yi Avrasya’dan çıkartarak kendini bölgede tek güç haline getirmeye çalışmaktadır. Rusya ile yapılan ittifak Suriye açısından bakıldığında yıllardır ülkedeki cihatçı ve emperyalist güçleri yenmek açısından önem taşırken Rusya açısından baktığımız vakit bölgeden ABD’yi çıkartarak oradaki doğal kaynaklardan tek başına yararlanmanın ötesine geçmediğini görürüz. Burada şu sorunun sorulması çok doğaldır; Zaten uluslararası ilişkiler sürekli olarak karşılıklı çıkar üzerine kurulmaz mı?
‘‘Karşılıklı çıkar’’, ittifaktaki en önemli unsurdur. Ama burada altı çizilmesi gereken Rusya’nın emperyalist özlemleri olan bir ülke olması durumudur. Suriye meselesinin kurtuluş savaşı zamanındaki gibi ezilen ülkelerin bir dayanışması değil, emperyalist bir ülkenin tekelleşme savaşında bölgedeki gücünü arttırma hamlesinden öte bir anlam taşımadığıdır.
Bu demek değildir ki Esad’ın Rusya ile ittifak kurması yanlıştır. Tam tersine bugün Esad’ın ülkesinden cihatçı çeteleri kovması ve ABD emperyalizmini bitirmesi için Rusya ile ittifak kurması zorunlu bir durum olarak karşısına çıkmaktadır. Burada sadece bilinmesi gereken ABD emperyalizminin bölgede bir yenilgi almasının, bölgede emperyalizmin etiklerini tamamen sonlandırmayacağı gibi, bölgedeki problemlerin topyekûn çözümü anlamı da taşımayacaktır. Sovyetler Birliği’nin aksine, Rusya sermaye egemenliğine yaslanan bir ülkedir; Ortadoğu’da kazandığı mevzileri kendi sermaye birikim kanalları doğrultusunda kullanmaktan çekinmeyecektir.
Türkiye açısından Avrasyacılık
Bugün Türkiye’de Avrasyacılık teorisini temsil eden hareket Aydınlık hareketidir. Bu bağlamda Türkiye’de Avrasyacılığın etkilerini tartışmak adına bu hareketin parçası olan yazarlara yer vermek anlamlı olacaktır.
Öncelikle yukarıda tartıştığımız Rusya’nın karakteri hakkında Mehmet Perinçek ‘in yazdıklarına göz atalım.
‘‘Ancak ABD ile Rusya arasındaki bu kamplaşmayı, Soğuk Savaş döneminden ayıran önemli bir nokta var. Rusya, bu kamplaşmada savunma konumundadır. Yani daha önce de vurguladığımız gibi Rusya, bu kamplaşmada dünya paylaşımında ABD ile rekabet eden bir süper güç olarak yer almamaktadır. Rusya, ekonomik zayıflıkları da dikkate alınırsa, eskiden denetlediği topraklara doğru yayılma yeteneğinde değildir. Bu nedenlerle Rusya, sosyoekonomik olarak emperyalist-kapitalist bir devlet olmakla birlikte, ezilen dünya ile ortak mevzilerde bulunmaktadır.’’5
Şimdi yorum yapmadan direk aynı kitabın arkasına ek olarak eklenen Gazi Üniversitesi’nde yapılan ‘‘AVRASYA SEMPOZYUMU’’nda Dugin’in yaptığı konuşmadan bir kısma bakalım.
‘‘Rusya’nın tek kutuplu dünyada yeri yok: jeopolitik durum açısından, yani Amerika’nın Atlantik stratejisi içinde Rusya için pozitif bir senaryo yok. Demokrasi, özgürlük, piyasa bunların hepsi bahane. Biz demokratik Rusya oluşturduk, serbest piyasa oluşturduk, liberal toplum oluşturduk hiçbir şeyin değişmesi gerekmiyor, biz genişlemeye devam ediyoruz! Bunların hepsi bahane. Gerçek jeopolitik isteklerini, hedeflerini örten bir sistem bu.’’6
Dugin, Rusya’nın durumuna Mehmet Perinçek kadar karamsar bakmıyor. Bugün Rusya 20.yüzyılın başlarında Sovyetler Birliğinin bölgede üstlendiği kurtarıcı rolünü kesinlikle taşımamaktadır. Ezilen ülkeler kesinlikle Rusya ile ortak mevzi içerisinde değildir. Emperyalist-kapitalist bir devletin, ezilen ülkelerle günlük işbirliğinden öteye gidebilecek bir ortaklık kurmasının imkanı yoktur. Emperyalist düzen çürümenin düzenidir, bu yüzden çürümenin nedeni olanı bir devletin çürümeye merhem olabileceği tezinin bir geçerliliği yoktur.
Dugin konuşmasının devamında, çift kutuplu dünya sisteminde Rusya’nın tek başına varolamayacağını bunun için bölgesel ittifaklar ile çok kutuplu bir dünya sistemi kurmanın gerekliliğinden bahsediyor. Ama bu birlik, ezilen ülkelerin bir birliği olarak değil ABD’ye karşı Avrasya sermayesinin birliği olarak karşımıza çıkıyor.
Mehmet Perinçek nelere dayanarak emperyalist-kapitalist bir devleti ezilen ülkeler ile ortak mevziye koyuyor? Bunun için biraz uzun olmakla beraber bir alıntı yapmak mecburiyetindeyiz.
‘‘Dünyadaki saflaşmaları belirlemek için, öncelikle çağımızdaki başlıca çelişmelere göz atmakta yarar var:
1-Ezen ülkeler ile ezilen ülkeler arasındaki çelişme
2-Emperyalist devletler arasındaki çelişme
3-Mafyalaşan kapitalizm ile sanayi ve ticaret burjuvazileri de dahil olmak üzere bütün insanlık arasındaki çelişme
4-Dünya efendiliği iddiasındaki ABD emperyalizmi ile bütün dünya devletleri ve halkları arasındaki çelişme
5- Ülkelerin içindeki hâkim sınıflar ile emekçi sınıflar arasındaki çelişme
6-Kapitalizm ile sosyalizm arasındaki çelişme
Bu altı başlıca çelişme içinde, temel çelişme, ezen ülkeler ile ezilen ülkeler arasındaki çelişmedir. Temel çelişmenin çözülmesinde tutulacak olan halka olan, diğer çelişmelerin çözümünde belirleyici olan baş çelişme ise, ABD emperyalizmi ile bütün insanlık arasındaki çelişmedir.’’7
Mehmet Perinçek bu sıraladığı “kural” şeklindeki 6 çelişme ile bugün anti-kapitalist olmadan anti-emperyalist olunacağını savunuyor. Bu önermeye ise “zayıf halka” olan çelişme olan ABD ile tüm dünya halkları arasında olan çelişmeyi ortaya koyarak bu mücadelede emperyalist-kapitalist olması gözetilmeden tüm güçler ile yan yana gelinebileceğini savunuyor. Bu düşüncenin bir uzantısı olarakta Rusya’nın emperyalist-kapitalist özelliklerine rağmen bölgede kurulabilecek bir Avrasya bloğunun ezilen ülkelerin kurtuluşu olacağı varsayımı getiriyor. Öncelikle bugün ABD karşıtı olmak için tekelleşen sermayeye de karşı olmak ve bu karşıtlığı sadece tekel olabilmeyi başaran kapitalistlere karşı değil tüm sermaye hareketine karşı kurmak gerekir. Sermaye doğası gereği tekelleşmek zorundadır. Bugün Rusya’nın ABD’nin bölgedeki hegemonyasını bitirdikten sonra ezilen ülkelerin yanında yer alacağını veya ABD gibi hırçın bir emperyalist model olmayacağını iddia edilemez.
Sonuç
Tüm insanlık büyük bir çürümenin içinde. Artık ne sanatın ne sporun ne de edebiyat vardır. Birey olabilmek emperyalist koşullar altında imkânsız hale gelmiştir. Bireyin tekrardan ortaya çıkabilmesi için ne olursa olsun emperyalizmin yenilmesi gerekmektedir.
Bugün emperyalizmin yenilmesi, 20. Yüzyılın başlarında yaşanan ulusal devrimler ile gerçekleşecek gibi gözükmemektedir. Burada kastedilen bütün dünyayı kapsayacak bir devrim değildir. Bugün emperyalizm bölgesel stratejiler ile ulus devletler üzerinde hegemonya kurmaya devam etmektedir. Bu ortaya attığımız teze karşı, sermaye hareketinin evrensel olduğuna dair bir itiraz gelebilir kimi verilere göre doğrudur ama sermaye hareketlerine baktığımızda ulus devletlerin bölgelerinde kurdukları ittifaklar üzerinden daha yoğunluklu şekilde ilerlediğini görmekteyiz. Bu Ortadoğu’daki bir ülkenin Avrupa ile ticaret yapmadığı anlamına gelmemektedir.
Buradan varacağımız sonuç bugün insanlığın kurtuluşu ülke çağındaki ulusal kurtuluşlar değil, daha büyük emperyalist devletler tarafından sömürülen bölgelerin kurtuluşu ile mümkün olacaktır. Gelinen noktada, Avrasyacılık tartışılırken Rusya ve ABD’nin zaferlerinin bölgedeki devrimciler işin eş sonuçlar yaratacağı gibi indirgemeci bir yaklaşım üretilmemelidir. Aksine ABD’nin bölgede yaşayacağı olası bir yenilgi, Amerikan emperyalizmin bölgedeki müdahale alanını daraltacağı raddede bölgedeki devrimci olanakları arttıracaktır. 2000 yılında Avrasyacılık konusunu dosya konusu yapan iktisat dergisindeki bir tespit bugün hala geçerliliğini korumaktadır. ‘‘Avrasya, küreselleşmenin Aşil topuğudur*.’’8
Bugün devrimciler için Avrasyacılık tartışılması elzem bir konu hale gelmiştir. Bu konuda yeni sayılan Türkiye solu için tartışma zemini oluşturmasını dileğiyle…
Dipnot
- Yalçın Küçük, “Bir Yeni Cumhuriyet İçin”, Tekin yayınevi, 1980 Eylül sayfa:29
- Aktaran; Mehmet Perinçek, “Avrasyacılık”, Kaynak Yayınları, 2.basım 2016 Kasım sayfa:31
- V.I. Lenin, “Emperyalizm: Kapitalizmin En Yüksek Aşaması” Sol Yayınları, Çeviren: Cemal Süreya 12.baskı 2009 Temmuz Ankara sayfa:95-96
- Aktaran Fatih Yaşlı, “AKP, Cemaat, Sünni-Ulus” Yordam Kitap 1.basım 2014 Ekim sayfa:101
- Mehmet Perinçek, “Avrasyacılık”, Kaynak Yayınları, 2.basım 2016 Kasım sayfa:41
- Mehmet Perinçek, “Avrasyacılık”, Kaynak Yayınları, 2.basım 2016 Kasım sayfa:231
- Mehmet Perinçek, “Avrasyacılık”, Kaynak Yayınları, 2.basım 2016 Kasım sayfa:29-30
- İktisat Dergisi 2000-Mart Sayı:399 Merdan Yanardağ “Avrasya -Türkiye’nin Emperyal Dönüşümü” sayfa:30