“Ben barbarların atlarını iyi bilirim.
Bir ben dururum onların karşısında,
bir ben,
gençliğin yüreğiyim her daim,
yüreğiyim beyaz kanatlı atlıların.”*
Dergimizi bir süredir takip edenler, bizlerin aydın tartışmasına büyük önem verdiğini ve dergimizin sayfalarını sıklıkla bu konuya ayırdığımızı bilirler. Aydın kategorisi birçok farklı biçimde inceleme konusu edilebilir; fakat güncel olan, kapitalizmin bireye ve dolayısıyla aydına bıraktığı sosyal zeminin, burjuvazinin ilerici barutunu toptan kaybetmesinden sonra daraldığı verisiyle beraber bu tartışmayı kurgulamaktır. Bizim açımızdan, aydın, bu tarif edilen koşullarda tarihsel bir okuma doğrultusunda, politik bir zemine yaslanarak ve yine bu politik ve tarihsel zeminin etrafında kolektifleşmiş bir toplamı ifade eder. Bu bağlamı ile aydın tartışması önemli bir boyutuyla, bir iktidarın nasıl değişeceği, insan ediminin tarih akışını nasıl şekillendireceği tartışmasıyla paralelleşir.
Bir önceki paragrafta tariflediğimiz üzere, bir arayışın taşıyıcısı ve uygulayıcısı olarak aydın ile bir coğrafyada devrim arayışı birbirinin içerisine giren ve beraber incelenmesi gereken iki başlıktır. Elinizdeki sayı genel bağlamı ile Türkiyeli aydın toplamları ve bunların ülkemize önerdikleri politik rotaları, bugün yürütülen mücadele ve bugünkü karanlıktan bizleri çıkartacak olan siyasi stratejinin oluşturulması doğrultusunda Türkiye gençliğinin gündemine sokmayı hedeflemektedir.
Türkiye devriminin yolu ve buna katkı sunma iddiasında şekillenen bir kolektiviteye dair bir tartışmada, bir figür olarak Mahir Çayan’ın değerlendirilmesinin, tekil pratik örneklerden çıkartılacak “cesaret”, “ısrarcılık” gibi kültürel ve sadece öncülük iddiasındaki aydın kolektifini ilgilendiren bazı motiflerden öteye olağanüstü bir önemi vardır. Bu sebeple yazının sonunda bir kez daha döneceğimiz bir iddiayı vurgulamanın bir anlamı var: Mahir Çayan, Türkiye’de “devrim” ve devrimi aramak bağlamıyla “devrimcilik” kavramlarıyla özdeşleşen bir figürdür.
Türkiye solunun tarihi, genellikle anı derlemeleri ve birinci derece tanıkların ifadeleri üzerinden şekilleniyor. Bu durumun hem inceleme konusu edilen dönemlerin neredeyse hepsinin bu coğrafyadaki sosyalistlerin bir dalganın üzerinde durmaya çalıştıkları bir zamana denk düşmesinden hem de Türkiye solunun uzun süreler açık mücadele olanağından yoksun olmasından kaynaklandığını söylemek mümkün. Mahirler açısından bu durumun çok farklı olduğu söylenemez. Bu yüzden birkaç başlıkta ve farklı tezlerin açılması üzerinden yapacağımız tartışmayı bir düzene sokmasını gözeterek kısa bir tarih aktarımına yer vermek anlamlı olacaktır.1
Hızlı Başlayan Bir Hayat
Mahir Çayan’ın politik mücadele tarihinin, Ankara Üniversitesi Siyasal Bilgiler Fakültesi’ne girişiyle başladığı söylenebilir. Üniversite kaydından kısa bir süre sonra (23 Aralık 1965) SBF FKF ikinci başkanlığına seçilen Mahir, seçimlerden kısa bir süre sonra, başkan olan Arslan Sonat’ın istifası ile SBF FKF’nin yöneticiliğini yapar. 1965 seçimleri sırasında TİP üyesi olduğu bilinse de seçim sırasında partinin aktif seçim çalışmasına katılıp katılmadığı bilinmemektedir. Seçim sonrasında ilerici çevreler içerisinde TİP üzerine yürütülen tartışmalarda, TİP’in mücadele hattını yetersiz bulan cephede yer alır, bu sebeple TİP’lilerin politik ağırlığının yüksek olduğu FKF’de yöneticiliğini kaybeder. Bu sırada içerisinde Mahirler’in hikayesinde önemli bir yer tutan Orhan Savaşçı ve kardeşi Gülten Savaşçı dahil birçok kişi ile tanışır, yeni bir politik çevre şekillendirir. 1968 sonbaharında ise Gülten Savaşçı’nın yanına Paris’e gider, 69 yılının başında geriye döner. Mahir’in yurtdışında olduğu sırada gerçekleşen Sovyetlerin Çekoslovakya müdahalesi, Türkiyeli devrimciler arasında bir tartışma yaratır ve özellikle genç devrimcilerin, TİP’in anti-sovyetik tavrı yüzünden buradan uzaklaşmasına yol açar.
Bu politik atmosferde 1969 yılının ekim ayında yapılan bir kongre ile FKF yönetimi, Mahir’in yöneticisi bulunduğu Kurtuluş ekibine geçer. Ardından gelen ve TİP’in kapanmasıyla sonuçlanan kongre sürecinde aşamalı devrimci tezler tarafında yer alan Mahir, TİP’in kongrelerindeki tartışmaların yürütülmesinde ve TİP Genel Merkezi’nin basılmasında yer alır, o süre zarfında Devrimci TİP Komitesi içerisinde yer almakta ve Mihri Belli ile beraber hareket etmektedir. Sonrasında aşamalı devrimci tezler doğrultusunda bir örgüt kurma arayışı ile toplanan Proleter Devrimci Kurultay’da Mihri Belli’den de uzak bir tavır alan Mahir’ler, kendi siyasi tezlerini “Aydınlık Sosyalist Dergi’ye Açık Mektup” adlı bir metinde derlerler. Bu noktadan sonra Kurtuluş Grubu olarak siyasi mücadelelerine bağımsız bir grup olarak devam eden Mahirler, İstanbul’a geçerler. Ephrahim Elrom’un kaçırılması olayı ile birlikte THKP-C ismini kullanmaya başlayan Mahir’ler, 30 Mart günü Kızıldere’de Deniz Gezmiş’lerin idamını engellemek üzere Ünye Radar Üssü’nden kaçırdıkları Amerikan askerlerinin olduğu evde katledilirler.
60’lı Yıllar: Koruma Değil İlerletme, Demokrasi Değil Sosyalizm
60’lı yıllar Türkiye solu açısından, Türkiye devrimci geleneğinin sosyalizm ile tanıştığı; bir bağlamı ile “demokrat” olanların, “sosyalistleştiği” bir dönemdir.2 Bu tabloda 61 Anayasasını olanaklı kılan siyasi gelişmelerin yadsınamaz bir yeri vardır; anayasa, tariflediği hukuksal zemin ile daha geniş kitlelerin siyasete katılımının önünü açmış, Menderes karanlığı ile mücadelesine buradan enerji aktarmıştır. Genel siyaset alanındaki böyle bir genişleme ise Kemalizm’in kendi ideolojik çerçevesi içerisinde gençliğe çizdiği, devrimin kazanımlarını koruma ve bu kazanımları ilerletme ikili görevinde bir ağırlık kaymasına sebep olmuştur. Gençliğin, gericiliğin hamlelerini engellemek üzere kurgulanmış görece pasif savunma pozisyonundan, aktif olarak tarihsellikte ileriyi zorlama konumuna geçmesini olanaklı kılan bu gelişmeler olmuştur.
Bu ileriye çıkış dönemin ruhunu oluşturmuş, Türkiye gençliği 1923 Cumhuriyeti’nin sınırları içerisinde mücadelesinde yalnızlaştıkça, onun daha ilerisinde bir siyasal ufkun arayışı içerisine girmiş ve sosyalizm mücadelesi ile ilişkilenmiştir. Böyle bir sıçrama doğal olarak ülkede devrimcilik, ilerlemecilik gibi bazı siyasal pozisyonların temsiliyetinde de bir değişiklik yaratmış, devlet ve onun aparatları açısından da bu zeminin kaybı, resmi ideolojik alanın daha sağda kurulmasına sebep olmuştur. Türkiye’de egemen güçlerin sağcılaşma eğilimlerinin de aynı şekilde 60’lı yıllardan sonra süreklilik ve hızlanan bir ivme kazandığını saptamak yanlış olmaz.
60’lı yılların genel politik atmosferinin, Mahir figürünü incelerken önemi olacaktır. Ancak, bu yılların genel politik çıktılarını değerlendirmek bu yazının hedeflediği tartışmayı yapmasını imkansızlaştıracaktır, bu yüzden yalnızca kendi tartışmamız için önemli olan yerlerine odaklanacağız. Bizim konumuz açısından kritik olan başlık Türkiye gençliğinin sosyalistleşmesini, gençlik açısından kendi çeperlerini yaran bir ileriye çıkışla ifade etmesidir.
Politik bir öznenin şekillenmesinde belirleyici olan sadece içerisinden geçilen dönemin atmosferi değildir. Bununla beraber karşısında veya yanında yer aldıkları, temas ettikleri aktörlerin hamleleri, hareket kalıpları; özetle öznel birikimleri de şekillenmekte olan politik yapıların belirleniminde yer tutarlar. Bizim özel örneğimizde de siyaset alanında ileriye kırılmaları zorlayan gençliğin, ilerisinde nasıl bir birikim ile karşılaştığının da bir önemi var.
Türkiye’de burjuva siyasetinin ötesinde, adıyla sanıyla sosyalist ve sonrasına devreden bir birikimin temeli 1920’li yıllarda atılıyor. Bu bağlamıyla ileriye çıkan gençliğin tümden çorak bir coğrafya ile karşılaştığı iddia edilemez. Her ne kadar 60’lı yılların devrimci arayışları ile Türkiye’deki komünist birikimin ilişkilenmesini örgütsel, siyasi ve ideolojik bir zeminde incelemek bu yazının kapsamını aşıyor olsa da konumuz açısından irdelenmesi gereken bir önemli nokta mevcut.
Türkiye sosyalist hareketinin, siyasetin hareketli olduğu dönemlerde biriktirdiklerini korumayı politik çıkışlar yapmanın önüne yazan, “temkinli” bir siyaset tarzına sahip olduğu söylenebilir. Bu tarzın oluşmasına sebebiyet veren, Mustafa Suphi’lerin katli, Komintern politikalarının Türkiyeli komünistler üzerinde yarattığı basınç gibi bir sürü etmen sayılabilir; fakat biz yine yazının temel tartışmasını daha verimli yürütebilmek adına bu tartışmayı sonlandırmayı dergimizin gelecekteki sayılarına havale edeceğiz. Bu bağlamıyla Türkiye “geleneksel” sosyalist hareketinin durağan dönemlerde biriktiren, hareketli dönemlerde ise bekleyen bir tarzı vardır. Bu iddiayı uçlaştırmak, bahsettiğimiz birikimin bir katastrofik eşik beklentisi içerisinde olduğunu söylemek yanlıştır. Her koşulda Türkiye sosyalist hareketinin durağan dönemleri norm, toplumsal altüst oluş dönemlerini ise arızi uğraklar olarak algılayarak siyasetini bu doğrultuda şekillendirmesi bir olgu niteliğini taşır.
Mahir’lerin Konumu
Gençliğin bir bütün olarak tarihsel anlamda ileri olanı aradığı bir dönemde, Mahir ve onun dahil olduğu kolektivite arayışçılık durumunun sivrildiği ucu ifade ederler. Bu bağlamı ile Mahir çevresinde şekillenen politik kolektif, 60’lı yıllarda gençlik hareketinin temel özelliklerini ifade eden figür olma özelliği taşır. Bu durum sol içi tartışmalarda aldıkları konumlarda da kendisini gösterir.
60’lı yılların ilk yarısında sola açılan politik boşluğu değerlendiren TİP, 60’lı yılların son yarısında ise farklı bir tavır geliştirmiştir. Uluslararası göstergelerin krizi işaret ettiği, dünyanın bütününde 68 Hareketleri ile anılan bu dönemde TİP, bu krizli atmosferin hareketlendirdiği siyaset arenasına daha temkinli yaklaşmış, dönemi biriktirdiklerini korumaya yönelik bir tarz ile karşılamıştır.
İşte bu noktada gençliği sosyalizm ile buluşturan ileriye çıkma eğilimi, gençlik ile TİP’in arasındaki ilişkileri kopartan temel gerilim başlığı haline gelmiştir. Bir devrimci örgüt pekala kendi stratejisi doğrultusunda, bazı kavga başlıklarının dışında kalmayı tercih edebilir; fakat devrimciler açısından kabul edilmeyecek olan toptan siyasetin dışında bir pozisyonda kalmaktır. Kalmak fiili burada kasten kullanılmıştır, zira “devrim” yani politik iktidarın fethi çerçevesinde kendisini var eden bir oluşumun; siyaset zeminini kaybetmesi fiili olarak likidasyondur.
Özetle gençliği ve özel olarak Mahir ve FKF’yi aşamalı devrim tezleri ile buluşturan ne bu tezlerin kuramsal tatmin ediciliklerinin yüksek olması, ne de gençliğin bozuk hareket eğilimlerine, mücadeleyi fiziki çatışmaya indirgeyen yaklaşımlara sahip olmasıdır. Gençliği “Milli Demokratik Devrim” olarak adlandırılan aşamalı devrimci cepheye yakınlaştıran şey, aslen bu stratejik formasyonun o günün krizlerine müdahale etmeyi öngören bir çerçeveye sahip olmasıdır. Bu hattın kendisinin gençliğin aradığı ileriye çıkışın zeminin sağlayamayacağı fark edildiğinde ise, Mahir ve o zaman TDGF (Türkiye Devrimci Gençlik Dernekleri Federasyonu), yani DEV-GENÇ ismini almış olan tarihsel FKF, “Aydınlık Sosyalist Dergi’ye Açık Mektup” metni ile kendilerini bu odaktan ayırmışlardır.3
Bir Devrimci Figür Olarak Mahir
60’lı yılların siyasi atmosferine, gençliğin buradaki konumuna ve Mahirlerin bu atmosferde aldıkları konuma dair bir çerçeveyi çizmiş bulunuyoruz. Özel bağlamıyla Mahirlerin politik mücadelesi ve bunun kuramsal arka planına geçmeden önce, Türkiye devrimci mücadele tarihinde bir figür olarak Mahir Çayan’ı ele almanın ayrıca bir anlamı olduğu kanısındayız.
Burada ilk elden vurgulanması gereken şey, Mahir’in kamuoyunda tanındığı “eylem adamı” olmadığıdır. Mahir’in pratik politik mücadelelerin içerisinde bulunup bulunmadığına dair bir tartışmayı yapmaya çalışmıyoruz; zaten böyle bir tartışmanın yapılması elimizdeki veri bolluğundan ötürü anlamsız. Mahir; döneminde etkili olan, tarihsel karşılık yaratan süreçlerin o veya bu şekliyle içerisinde bulunuyor. Asıl mesele Mahir’in genel kanının aksine pratik politik mücadeleler tarafından belirlenen bir çizgiye sahip olmadığının, aksine pratik politik başlıklara bir stratejik çerçeve bağlamında yaklaştığının ayırdında olmak. Öncülük başlığı da burada bir anlam kazanıp pratik politik gündemleri çekip çeviren olmaktan ötede; politik bir stratejiyi geliştiren kolektivite ve o kolektivitenin üyelerinin stratejinin hayata geçirilmesinin en önünde yer alması olarak bir anlam kazanıyor.
Politik Perspektif: Daima İleri
Mahir’in politika kavrayışına geldiğimizde ise, bütünü belirleyen arayışın “karşılaşılan bütün krizli durumlardan mümkün olan en ileri mevziyi tutarak çıkılması” olduğu görülür. Bu bağlamı ile durağan dönemlerde biriktirilen güç, kriz dönemlerinde sıçramanın enerjisini oluşturmaya yöneliktir; durağan dönemler, kriz dönemlerine hazırlığı içerir. Toplumsal dalgalanma durumları kaçınılacak, dışında durulacak durumlar değil; karşılaşıldığında güç ve olanaklar doğrultusunda kazanıma çevrilecek tarihsel uğraklardır.
Mahir’e dair bir tartışmayı yürütürken, Mahir’in kendi ideolojik gelişimini tamamlamadan katledildiğini göz önünde bulundurmak gerekir. Bu bağlamı ile kuramsal yapıtları parçalı ve yer yer çelişkili öğeler barındırır. Bu yüzden Mahir’lere dair yürüteceğimiz tartışmaları suni denge ve bunun çevresine örülmüş olan bir dizi tez üzerinden yürütmektense; yapıtlarının özüne, devrimci arayışlara odaklanmayı tercih ediyoruz. Bunun yanında toparlayıcı ve açıklayıcı olduğunu düşündüğümüz birkaç pratik örneği açmaya da çalışacağız.
Mahirlerin siyası yaklaşımlarının temelinde yatan güdüyü en sade bir biçimde ortaya koyan şeyin 9 Mart süreci ile olan ilişkilerinde yattığını düşünmekteyiz. Mahirlerin cuntacılık ile iktidara gelmek veya cuntaya ortak olmak gibi bir niyeti olduğu iddia edilemez, zaten bu Mahirlerin hareketinin içerisinde yer almış figürlerce reddedilen bir durum.4 Bizim için önemli olan, başarıya ulaşması halinde kendilerine de tavır alacağını öngördükleri cuntanın5 yarattığı atmosfer ve siyasi karışıklık halinin Mahirlerce nasıl değerlendirilmeye çalışıldığıdır.
Orhan Savaşçı anılarında hareketlerinin Ankara ekibinin 9 Mart cunta girişimi karşısındaki tavrını “[a]ramızda karşılıklı yaptığımız konuşmalardan sonra (ayrıntısını pek fazla hatırlamıyorum), mevcut siyasi krizden nasıl yararlanabiliriz düşüncesi ön plana çıktı. Bu anlayışla harekat gecesi silah, belge ve para temini temel hedefimiz olacaktı.”6
Yine Orhan Savaşçı’nın anılarında geçen, aynı zamanda başka araştırmacılar ve yazılan metinlerce de desteklenen bir başka veri, Mahir’in 9 Mart gününe, yani Orhan Savaşçı’nın terimiyle “harekata” denk gelecek bir zaman diliminde, İstanbul’daki Amerikan konsolosluğuna yönelik bir eylem hazırlığı içerisinde olduğudur. Bütüne bakıldığında, Mahirlerin cuntanın içerisinde doğrudan bulunmasalar da bir anlamda cuntanın üzerinde siyaset yapacağı alanı şekillendirmeye yönelik hamleler içerisinde oldukları görülecektir. 9 Martçılar kendi kurgularını hayata geçirirlerken, Mahirler de cunta yönetimi ile ABD arasındaki mesafeyi artıracak, kendilerini örgütsel ve politik olarak daha güçlü hale getirecek bir kurguyu zorlayacaklardır. Kısacası Mahirlerin 9 Mart karşısındaki tavrı; olası bir tehlike karşısında, kendi birikimlerini güvene alabilmek adına, siyaset alanını boş bırakmaktansa; kendilerinin daha büyük bir saldırı ile karşı karşıya kalma riskini göze alarak, siyaset alanını şekillendiren ve kendi mevzilerini ilerleten bir pozisyonu tercih etmektir.
Geleceği Kazanma Denemesi: Kızıldere
Mahirlerin politikaya yaklaşımlarının kavranmasında önemli yer tutan olaylardan bir diğeri ise Kızıldere’dir. Devrimci olanakların azalmaya başladığı bir süreçte Mahirlerin politik bir çıkış olarak Kızıldere’yi tercih etmiş olmaları genel siyasetleri ile ayrı düşmez; zira Kızıldere’de yapılan, yenilgiyi yaratan nesnel koşulların reddiyesi ile şekillendirilen ve “teslim olmayı kabul etmemek” gibi ahlaki pozisyonlar üzerinden şekillenen bir eylem değildir. Bu bağlamı ile Kızıldere, bir feda eylemi değil; stratejik bir hattın verili koşullara uyarlanması üzerinden şekillenen bir mücadele pratiğidir.
Türkiye aydınının yenilgiden öğrendiği en büyük şey, yenilginin mutlak olmadığıdır. Yenilgi, her ne kadar bir dönemin siyasal atmosferini şekillendirecek, o dönemde mücadele eden aydın kolektivitesini kuşatacak bir baskı atmosferi yaratacaksa da; gelecek dönemlerde tarihsel ilerleme mücadelesi devam edecektir.7
Bu bağlamıyla Türkiye aydını; yenilgi dönemlerini gelecek dönemde kavga edecek olanların birikimini şekillendirecek bir süreç olarak da ele alır, almak durumundadır. Kızıldere de bir yenilgi döneminden sonra mücadele edeceklere bir direniş geleneği bırakmak öngörüsü ile yapılmış bir eylemdir, bu bağlamı ile Türkiye devrimci geleneği ve Türkiye aydınının hikayesi ile derin bağlara sahiptir.
Yenilgi dönemlerinde, bu dönemlerden sonrasını şekillendirecek hamleleri yapmak, bu tabloda mümkün olan en ileri pozisyonu zorlamaktır. Bunun gerçekleştirilemediği, o veya bu sebeplerle aydın kolektifinin kendini koruma belirlenimli hamleleri tercih ettiği durumlarda ise; aydın kollektivitesinin fiili kaybı ne kadar az olursa olsun, bu kolektivitenin nesnelliği şekillendiren özelliğini yitirmesi, bir dönemin aydınlarının belirleniminin dışında şekillenmesi yenilgi durumunu süreklileştirir. Bir dönemin devrimcilerin müdahalelerinden bağımsız şekillenmesi, ülkenin bir dönemini oluşturan etmenler arasında o ülkenin devrimci birikiminin bulunmaması, o dönem içerisinde de devrimcilerin politik etkilerinin sınırlı olacağını gösterir. Genel olarak tarih ve özelinde Türkiye devrimci mücadeleler tarihi bu durumun örnekleri ile doludur.
Teorik Birikim
Önceki bölümlerde genel bir yaklaşım geliştirmeye çalıştığımız bu politik konumlanış, Mahir’in düşün dünyasında “ihtilalci inisiyatif” kavramı üzerinde somutlanır. Mahir’in; Lenin’in düşüncesinin özü olarak gördüğü, sık sık ve “volontarizm” kavramıyla beraber kullandığı bu terim, nesnelliğin boşluklarını görme, bu boşluklara hamle etme, siyaset alanında çıkan krizlere tarihsel bir proje doğrultusunda müdahale etme anlamlarına gelecek şekilde kullanılır.8
Bu yazıda Leninizm ve onun özgünlüklerini inceleme olanağımız bulunmuyor, fakat Mahir’in teorik gelişimini sonlandıramamış bir figür olduğunun ve dolayısıyla onun tezlerini ifade ettikleri öz bağlamıyla değerlendirmenin sağlıklı bir tutum olduğunu bir kez daha hatırlattıktan sonra Lukacs’tan bir alıntı vermeyi, bu tartışmayı derinleştirmek adına anlamlı buluyoruz: “Çünkü gerçek devrim durumu – ve bu Lenin’e göre çağımızın temel eğilimidir – içinde devrimci (ya da karşı devrimci) olanakları barındırmayan bir sınıf mücadelesi alanında var olamayacağı olgusundan ortaya çıkmaktadır. Bundan ötürü, gerçek bir devrimci, yani devrimci bir çağda yaşadığımızı bilen ve bu bilgiden pratik sonuçlar çıkaran bir devrimci, sosyal ve tarihsel gerçekliğin bütünselliğini bu açıdan ve devrimin çıkarları açısından görmeli, bütün olaylar üzerine – en büyük ya da en küçük; olağan, ya da beklenmedik – bunların devrim açısından taşıdığı öneme göre yoğun biçimde düşünmelidir.”9
Mahir ile ilgili vurgulanması gereken önemli kısımlardan bir diğeri ise evrim ve devrim dönemlerine dair yapılan tartışmalardır. Klasik Marksist metinlerde işçi sınıfının örgütlendiği ve politik bir kuvvet haline gelmeye çalıştığı döneme evrim, fiili olarak iktidara hamle ettiği döneme ise devrim denmesinden yola çıkan Mahir, ülkemizde “bu iki sürecin iç içe girmiş” olduğu iddiasındadır.10 Her ne kadar orijinal metinde suni denge tezleri etrafında kurgulanan bir tartışmanın parçası olarak sunuluyor olsa da bu tezin Mahir’in sunduğu taktik çerçevenin sınırlarını çok aşan bir ağırlığı vardır. Metne emperyalizmin kaçıncı buhran döneminde olduğu, devrimci krizlerin süreklileşip süreklileşmediği gibi, bizce kuramsal olarak kısır ve aşılmış tartışmalardan bağımsız bir şekilde bakan okuyucu; Mahir’in Türkiye’deki karmaşık siyasi atmosferin hareketli olduğu ve hamle yapılması gereken dönemler ile, nispi durağan dönemlerin arasındaki senkronik ilişkiyi dağıttığını ve bu iki dönemin sürelerini değişken kıldığını söylediğini kavrayacaktır. Bu durum, Mahir’in Türkiye devrimi için sosyal, siyasal, kültürel, ekonomik vb. bir dizi alanda, farklı aygıtları yönlendirebilen bir siyasi strateji ve örgüt modeli öngördüğünü gösterdiği için önemlidir. Özetlemek gerekirse Mahir’e göre Türkiye’de tek bir araç devrimci mücadelede başarı sağlamak için yeterli değildir, bir araç bolluğuna ihtiyaç vardır.
Kuşağımızın Görevi: Devrimci Olan ile Sosyalist Olanı Birleştirmek
Yazımızı sonlandırırken başta dillendirdiğimiz teze geri döneceğiz. Mahir bir figür olarak, Türkiye’de “devrim” ve “devrimcilik” kavramlarını birinci elden temsil etmektedir. Bunun sebebi, sadece Türkiye devrimci geleneğinin sosyalistleştiği bir dönemin öncü figürlerinden biri olması değildir. Bundan öteye, Mahir’i olduğu figür yapan şey, Türkiye’de Haziran Direnişi ile son bulan dönemin son büyük çalkalanışında sosyalistliğinden ödün vermeden devrimciliğe tutunmaya çalışmış olmasıdır.
Bugün Türkiye devriminin rotası tartışmalarında, özel bir yere sahip olan ve yazının bütününde de değindiğimiz üzere Mahirler tarafından denenmiş olan başlık sosyalist olan ile devrimci olanın bir kez daha yan yana getirilmesidir. 90 gençliğinin kuşaklaşması ancak bu görevin başarıyla yerine getirilmesi ile olgunluğa ulaşacaktır. Mahir ise, bu tartışmaların anahtarı konumundadır.
Ama her şeyden öteye Mahir, kimsenin keskin çıkışlar gerçekleştirmeyi göze alamadığı bir dönemde bir öğrenci kimliğinde gelip, yeni ufukları zorlayan ve bu coğrafyada asla tükenmeyecek olan devrimci iradenin, bu toprakların ihtilalci geleneğinin adıdır. On’lar bundan onlarca sene önce yola çıktılar, başladıkları işi bitireceğimizin inancıyla anıları önünde saygıyla eğiliyoruz.
*Mahmud Derviş – Filistinli Sevgili
Dipnot
- Mahir’lere dair daha geniş bir derleme için bkz. FEYZİOĞLU, Turhan, MAHİR On’ların Öyküsü, Alfa Yay.
- ÇULHAOĞLU, Metin, Tarih Türkiye Sosyalizm- Bir Mirasın Güncelliği, Yordam Yay., 2016, sf. 22
- “Artık Mihri Belli’nin sağcı görüşlerinden dolayı harekete tam bir kargaşalık hakim olmuştur. Bu kargaşa hareketin hem teorik hem de pratik ilerleyişine engel olmaya başlamıştır.
Artık ayrılık parolamızdır.
Ve proletaryanın devrimci ilkelerini her şeyden üstün tutan, devrimci şeref ve namusu olan her devrimcinin yapacağı gibi Mihri Belli ve onun temsil ettiği akımla bütün organik bağlarımızı kestik!”
ÇAYAN, Mahir, Aydınlık Sosyalist Dergi’ye Açık Mektup, Türkiye Sosyalist Solu Kitabı I, Dipnot Yayınları, 2013, sf. 339
- “Toplantıda darbenin desteklenmesi önerisini arkadaşlarımız “Darbe ister sağ ister sol etiketli olsun biz desteklemiyoruz” dedikleri için kısa bir süre toplantıdan ayrıldılar. Bizim açımızdan da olay bu.” (Dikmen Toplantısı olarak bilinen, dönemin sosyalistlerinin 9 Mart Cuntası karşısında tavır belirlemeye çalıştıkları toplantıya ithafen) Cepheden Anılar, Orhan Savaşçı’nın THKP-C Anıları, Söyleşi: İlbay Kahraman, Ayrıntı Yay., sf. 36
- “Darbe başarıyla sonuçlanırsa 9 Martçıların bizleri kesinlikle tutuklayacaklarının bilincindeydik.” a.g.e, sf. 39
- a.g.e, 38
- “Biri ve belki de en önemlisi, aydının en inatçı öğretmeninin yenilgi olmasının yanında, kendisinin de düş kırıklığından doğması. Şöyle formüle edilebilir: Türk aydını hayal kırıklığının çocuğudur. Buna, saymakla bitmeyecek kadar kanıt bulunabilir. Tanzimat’ın üç asi delikanlısı, Kemal, Ziya ve Şinasi, Tanzimat’ın yarattığı hayal kırıklığının çocukları oldular. Şöyle de söylenebilir; Genç Osmanlılar kendilerine verdikleri adla Şabab-ı Erbab-ı Türkistan ve kelime kelime çevirisiyle Türkistan’ın Genç Sahipleri ya da daha güzel bir deyişle Genç Türkler, Tanzimat’ın doğurduğu düş kırıklığının yaratıklarıdır. Bunlar, umutlarını, sonradan tarihin Birinci Meşruliyat olarak nitelediği Hükümet-ı Meşruta veya Meşruti Hükümet programına bağladılar. Sultan Abdülhamit’ten çok ümitlendiler; Hamit, Genç Osmanlıları umulmadık azgınlıkta bir umut kırıklığına uğrattı. Hamit’in boğucu düş kırıklığından ise Jön Türkler ve daha dar tanımlama ile İttihat ve Terakki aydınları dünyaya geldi.” KÜÇÜK, Yalçın, Aydın Üzerine Tezler 1830-1980, Tekin Yayınevi, 1985, sf. 211
- “Lenin’in devrim teorisinde, ihtilalci inisiyatifin rolü (emperyalist dönemin özelliklerinden dolayı) Marx ve Engels’inkine kıyasla çok daha ağırlıklıdır. Emperyalist dönemde, devrimlerin maddi temelleri hazır olduğu için meseleyi çözmek ihtilalci inisiyatifin uygun zamandaki atılımına kalmaktadır.” Türkiye Sosyalist Solu Kitabı I, Kesintisiz Devrim I, Dipnot Yayınları, sf. 396
- LUKACS, György, Lenin’in Düşüncesi: Devrimin Güncelliği, Belge Yay., sf. 90
- “Şöyle ki, emperyalist hegemonya altındaki ülkelerde, (ister II. Bunalım döneminin emperyalist hegemonyanın dışsal bir olduğu feodal, yarı-feodal ülkelerde olsun, isterse de III. Bunalım döneminde emperyalist hegemonyanın içsel bir olgu olduğu emperyalist-kapitalist üretim ilişkilerinin egemen olduğu geri bıraktırılmış ülkelerde olsun) evrim ve devrim aşamaları, (Çarlık Rusya’sında olduğu gibi zayıf da olsa) içsel dinamikle kapitalizmin geliştiği ülkelerdeki gibi kesin çizgilerle ayrılamaz. Bu tip ülkelerde devrim aşaması kısa bir aşama değil, oldukça uzun bir aşamadır. Evrim aşamasının nerede bittiğini, devrim aşamasının ise nerede başladığını tespit etmek fiilen imkansızdır. Her iki aşama iç içe geçmiştir.” ÇAYAN, Mahir, Toplu Yazılar, Kesintisiz Devrim II-III, Atılım Yayınları, Birinci Baskı, Mart 1992, sf. 300