Doruk Cengiz ile ABD Seçimlerinin Olası Etkileri

Doruk Cengiz’le ABD seçimlerini, seçimlerin Dünya, Ortadoğu ve Türkiye’ye olası etkilerini konuştuk.

Trump’ın seçilmesi Amerikan kamuoyu kadar dünya için de bir sürpriz oldu. Almanya’dan gelen “Ne olacağını biz de bilmiyoruz” açıklaması belki de var olan durumu en iyi özetleyen açıklama. Siz Amerikan seçimlerinin sonucunu nasıl değerlendiriyorsunuz?

Burada bir noktayı düzelterek başlayalım. Amerikan halkı Trump’ı seçmedi. Halk, bu adayları alın ve daha düzgün adaylar bulun, dedi. Bu kadar rezil iki aday için evlerinden kalkıp sandıklara bile gitmediler. Oy vermeye giden insanların da çoğu Trump’ı seçmedi. Ancak garip bir seçim sisteminden dolayı Trump kazanmış oldu.

Peki, Trump’ın kazanmasını nereye koyacağız. Bir, bunun Pirus zaferinden farkı yoktur. Kendisi başkan, ancak oyların çoğunluğunu alamadı. Üstelik aday olduğu parti, Cumhuriyetçi Parti, iliklerine kadar Trump’tan nefret ediyor. Dolayısıyla burada bir galibiyetten çok bir mağlubiyetten söz edebiliriz. Trump kazanamadı; ancak neoliberal düzen kaybetti. Neoliberaller yıllardır işçileri, yoksulları bir kenara atmışlardı. Önemsemiyorlardı, diyebiliriz. İşte bu insanlar sandıklara büyük ölçüde gitmeyerek, ve bir kısmı giderek, düzenden nefret ettiklerini ortaya koydular. Tek seçimle neoliberalizm devrilmez; ama önemli bir yara aldığı kesindir.

Daha da kesin olan, sınıf siyasetinin oynadığı role ilişkin. Harvard Business Review bile yazdı, yıllardır işlenen liberal kimlik siyasetinin, sınıf siyaseti karşısında hiçbir kuvveti olmadığı bu seçimle beraber (tekrar) ortaya çıktı. Liberaller, her analizlerinde kimliği öne sınıfı geriye attılar. Beyaz-siyah, erkek-kadın, homoseksüel-heteroseksüel karşıtlığı üzerinden analiz yaptılar. Sınıfın olmadığını iddia edecek kadar ileri de gittiler. Gerçekler hiç de böyle değilmiş.

Trump’ın başkanlığı, Amerikan siyasetinde bir kırılma anlamına mı geliyor? Bu sonucu Amerikan kamuoyu açısından nasıl okumak lazım?

Sadece başkanlığı değil, adaylığı bile politik kriz olarak yorumlanmıştı. Şu an bu krizi yaşıyoruz. Cumhuriyetçi Parti’den Trump ve Demokrat Parti’den Sanders, en çok ilgi çeken adaylardı. Trump, sıradan bir neoliberal değildi. Ekonomik olarak içe kapanmak ve ırkçılığın ve cinsiyetçiliğin dozunu artırmak istiyordu. Amerika’nın gerilediğini ve yeniden şaha kaldırmak gerektiğini söylüyordu. Orta Doğu’dan çekilmek gerektiğini, Rusya ile iyi ilişkiler kurmak gerektiğini söylüyordu. Göçmenlerden nefret ediyordu. Kısacası, Ronald Reagan sonrası Cumhuriyetçi Parti adaylarına hiç benzemiyordu. Aşırı sağdaydı, ancak her şeyin yolunda olmadığını ve bir şeylerin değişmesi gerektiğini söylüyordu.

Clinton ise tam tersi siyaset izledi. Her şeyin yolunda olduğunu ve mevcudun devamını taahhüt ediyordu. Soldan buna tepki Sanders’ta, Sanders’tan bağımsız, somutlaşıyordu. Ancak Sanders hiçbir zaman başkan olmayı hayal etmemişti. Her zaman protesto adayı olarak kalmak istiyordu. Clinton’ı sevmeyen Demokratlara sesleniyordu. Radikal değildi. Bu kadar popülerleşmesinin sebebi insanların Clinton ailesine duydukları nefretti. Neoliberal politikaların, ilişkilerin, yolsuzluğun, rüşvetin, yalancılığın ve savaş çığırtkanlığının sembolüydüler. Bill Clinton Yugoslavya’yı kana bulamıştı, şimdi de Hillary Clinton Orta Doğu’yu kana bulamak istiyordu. Sanders bu tepkileri soğurmak, gazı almak için aday olmuştu. Sanders, pasifliğine rağmen ve istemeden, müthiş oy oranlarını yakaladı.

Hem sağdan hem soldan düzene karşı gözüken adaylar tahminlerin çok ötesinde oy topladılar. Şu anda ABD’de sokaklar yanıyor, insanlar Trump’ı istemediklerini haykırıyorlar. Ama aynı insanlar Clinton’ı istediklerini söylemiyorlar. Yavaş yavaş kızıl bayraklar tekrardan ortaya çıkmaya başladı.

Demokrat Parti’nin aday belirleme seçimlerinde Clinton’ın karşısında yer alan ve sosyalist olduğunu dillendiren Bernie Sanders çok ufak bir oy oranı ile bu partinin adayı olmayı kaçırdı. Bu durumu nasıl değerlendiriyorsunuz, Bernie Sanders’ın Demokrat Parti adayı olması durumu ve seçimlerin pratik sonucunu değiştirir miydi?

Kesinlikle değiştirirdi ve bunun Sanders ile bir ilgisi olmazdı. Bakın, Obama’ya oy verenler Trump’a oy verdiler. Obama 2008’de “Değişim” dedi. Yapmadı. Sömürüyü artırdı, Kızılderili topraklarına sermaye adına el koydu, Suriye, Yemen, Libya’yı kana buladı. ABD’nin işlediği savaş suçlarını yazdıkları için gazetecileri işkencelerden geçirdi ve askeri hapishanelere attı. Hiçbir şey değiştirmedi. Clinton, devam sözü verdi. Daha da beterini söyleyeyim mi? Son aylara kadar Clinton kampanyasının bir sloganı bile yoktu. “2016 için Clinton” veya “Onunla beraberim” diyorlardı. Son aylarda “Beraber güçlüyüz” diye saçma bir slogan ürettiler, hiç tutmadı. Trump, “Amerika’yı yeniden muhteşem yapalım” sloganıyla yola çıktı. Değişim sözü verdi. Beyaz işçilerin (kadın ve erkek) bir kısmı bu defa Trump ile şanslarını denemek istediler. Siyahi olanlar ırkçılığına tahammül edemediler; ama Clinton’a da oy vermediler. Radikal sol söylemi olan bir aday, müdahale olmadığını varsayarsak, sadece beyaz işçileri değil siyahileri de kazanırdı ve son yılların en ezici üstünlüğüyle başkan olurdu. Sanders gibi bir aday bile Trump’ı yenerdi. Açıkçası herkes Trump’ı yenebilirdi. Adam, ABD tarihinin en sevilmeyen adayı. Birinci. Hakaret etmediği hiçbir kesim yok. Ancak insanların neoliberalizme duydukları nefret Trump’a duydukları nefrete üstün geldi ve Trump kazandı. Huffington Post önemli bir gazetecilik yaptı ve Michigan’a giderek insanlara neden Trump’a oy verdiklerini sordu. Çoğunun cevabı, Trump’tan iğreniyoruz; ama neoliberalizmden daha çok nefret ediyoruz, oldu.

George Bush Ortadoğu’daki aralıksız savaşların ya da Ortadoğu projesinin fitilini ateşleyen aktör olmuştu. Ortadoğu’da geldiğimiz kritik dönemeçte Trump’ın da benzer bir rol oynaması ihtimali şimdiden öngörülebilir mi? Ya da Ortadoğu politikaları açısından her ne kadar farklı birtakım eğilimler gösterseler de Clinton ve Trump’ı bu tartışmada aynı kefeye koyabilir miyiz?

Trump, Rusya ile barış yanlısı ve Suriye konusunda çok daha temkinli bir yaklaşım izleyeceğini söyledi. Defalarca cihatçıları fonlamayacağını belirtti. Bu sözler Orta Doğu halkları için son derece umut verici. Ne var ki Trump’ın ilkeli bir siyasetçi olduğu yönünde elimizde hiçbir veri yok; tam tersi yönde ise çok fazla var. Ancak her halükarda, ben Clinton’ın yakın vadede daha tehlikeli olduğunu düşünüyorum. Clinton’ın son açıklamaları Rusya ile savaşacağı yönündeydi. İnternet saldırılarına askeri cevaplar vereceğini ve başkan olduğunda yapacağı ilk işin nükleer cephaneyi yenilemek olduğunu söyledi. Savaş suçlusu Kissinger’ı yanına aldı. Libya’da yaptıkları ortada. İki kasap muhtemelen dünyayı ve en çok Orta Doğu’yu kana bulayacaklardı. Dolayısıyla, ben Clinton’daki savaş çığırtkanlığının Trump’a göre çok daha yüksek olduğunu düşünüyorum. Ancak tabii burada çıta çok aşağıda. Trump’ın İran ile ilişkileri hızla bozması çok muhtemel. İç politikada ise Trump, bir polis devleti kuracağa benziyor. İşkencecileri kolluk kuvvetlerinin ve muhtemelen CIA’in başına geçirmekle işe başlayacağına şüphe yok.

Seçimlerden sonra Donald Trump’ın kullandığı “Biz bir hareketiz” ifadelerini nasıl değerlendiriyorsunuz?

Bu seçimlerde insanlar sadece Trump’ın ve Sanders’ın mitinglerine gittiler. Clinton 100 kişiyi bile toplayamadı, defalarca Clinton mitingleri kişi yetersizliğinden dolayı iptal edildi. Hasta olunca da miting yapmayı bıraktı. Obama ailesi ve Sanders onun yerine mitingler yapmaya başladı.

Trump, aşırı sağ popülist ve bir kitlesi var. Ancak hareketindeki kişilerin önemli bir bölümü 2008’de Obama’ya oy veren insanlar. Bu insanlar aşırı sağcı doğmuyorlar. Siz sol aday diye neoliberal Clinton’ı aday gösterirseniz, insanlar başka tarafa yönelirler. Sol-laik aday diye Ekmeleddin’in gösterilmesi gibi. İşçiler, yoksullar olaya sağ-sol diye bakmadılar. Kendi koşullarına baktılar. Adaylardan biri, bu durum size yeter, dedi. Öbürü, Amerika’yı düzeltelim, dedi. İkinci aday aynı zamanda ırkçı, cinsiyetçi ve çağ dışı bir aday olduğu için toplumun ve işçilerin önemli kesimi, oy kullanmadı. Gerici politikalarından çok etkilenmeyeceğini düşünenler, ki bunların ten rengi çoğu zaman beyazdı, Trump’a oy verdi.

İkinci olarak, Trump da kaybedeceğini düşünüyordu. Kaybetsek bile yok olmayacağız, çünkü biz bir hareketiz, dedi. Özellikle Amerika’nın sanayi bölgelerinde, Pennsylvania’da, Ohio’da, Michigan’da neoliberalizmin bilerek unuttuğu ve ezdiği kesimlere seslendi. Ancak, bu insanların ideolojik olarak Trump’a ne kadar bağlı oldukları şüpheli.

Donald Trump’ın başdanışmanının Gülen cemaatine dair yaptığı açıklamaları göz önünde bulundurursak, Trump ve AKP/Erdoğan hangi zeminlerde ortaklaşabilir ya da gelinen noktada bu iki aktörün ortaklaşma imkanı var mı?

Var, çünkü ikisi de birkaç ay içerisinde önceden söylediklerinin tam tersini söyleyebilen siyasetçiler. Trump da Tayyip Erdoğan da sağı temsil ediyorlar ve sağ yalancıdır. Solcuların yalan söylemesine gerek olmaz, çünkü gerçekten sömürüye, eşitsizliğe karşılardır. Sağcılar ise öyle değil. Sömürüye karşı değillerdir, ama açıkça bunu söyleyemezler. Günah keçisi ararlar. Trump örneğinde, bu, Meksikalılar, Müslümanlar vs. olur. Halbuki o da bilir, bunların gerçekten sorun olmadığını ama yalan söylemek zorundadır. Çünkü ben sizi sömürerek para kazanıyorum, siz yoksul olduğunuz için ben zenginim, diyemez. Dolayısıyla Tayyip Erdoğan’ın Trump ile ortaklaşma ihtimali var. Ne var ki şunu eklemek gerek, söylemlerde, en azından Suriye özelinde, şu an son derece zıt konumdalar.

Trump aynı zamanda ABD’nin en büyük sermayedarlarından birisi. Amerikan ekonomisine yaklaşımı da daha önceki başkanlara göre çok daha fazla iç pazar odaklı. Bu iki veri önümüzdeki dönemde emperyalizmin eğilimleri açısından ne ifade ediyor?

Düzenin bir çıkmaza girdiğine şüphe yok. 2008 krizini aşamıyorlar. Ne zaman düzeldi deseler kısa süre içinde yanlışlanıyor. Dolayısıyla iç pazar odaklı bir yola girmesi mümkün. Bunu İleri Görüş’te bir yıl kadar önce ele almıştım. Ancak detaylara inmeden şunu da ekleyeyim. İç pazardan kimin anlaşıldığı önemli bir noktadır. Biz Marksist iktisat içerisindeysek, sınıf analizi yapmalıyız. İç pazardan kastedilen bazen işçilerin gelir düzeyinin artırılmamasıdır. Mevcut durum sol için çok önem taşıyor, çünkü kapitalistler iç pazara yönelseler de işçilerin ücretlerini artırmak zorunda değiller. Mücadele varsa işçilerin yaşam koşulları gelişir; yoksa gelişmez. Burjuvalar hayır sever insanlar değillerdir. Marks’tan biliyoruz, işçilerin ücret mücadelesi ne kadar reformist olursa olsun, solun kaçamayacağı bir konudur. Bu süreçte gerek ulusal düzeyde asgari ücretlerin artırılması olsun gerekse fabrika özelinde çalışanların ücret mücadelesi olsun, solun her koşulda müdahil olması gerekiyor. Kapitalizmin asla düzeltilemeyeceğinin bilgisi ve sosyalist iktidarı kurma hedefiyle.