Suriye’de bugün tüm hızıyla devam eden iç savaş, hepimizin bildiği gibi 2011’de adına “Arap Baharı” dedikleri ama sonuç olarak Ortadoğu halklarına tarihlerindeki belki de en zorlu kışı yaşatan olaylar zincirinin sonucunda başladı. İsyan dalgası Tunus’ta başladığında, oradan Libya’ya, Mısır gibi diğer Arap ülkelerine yayıldığında bunun bir domino etkisi yaratacağına kesin gözüyle bakılıyordu. Hemen her yerde iktidar değişiyor, bu arada ABD Ortadoğu’yu yeniden dizayn etmenin yollarını arıyordu. İsyanın başında özellikle Libya, Mısır gibi ülkelerde yaşanan gelişmeler Batılı emperyalist güçler için her şeyin yolunda gideceği sinyallerini veriyordu. Bu gidişi tersine çeviren ise Suriye’deki gelişmeler oldu.
Ortadoğu’nun yıllardır yozlaşmış, hantallaşmış yönetimleri bir yandan emperyalistler açısından sorunlar yaratıyor, diğer yandan kendi halklarının sessiz öfkesini biriktiriyordu. Bu öfke “Arap Baharı” sürecinde kullanıldı, sonuç olarak hemen her yerde İslamcılar iktidarı ele geçirdi. Ancak, Suudi destekli İlamcıların Amerikan emperyalizmi ile işbirliğinin ne gibi sonuçlar doğurduğu Ortadoğu halklarının hafızasından silinmiş değildi. Bu nedenle sıra Suriye’ye geldiğinde Suriye halkı sözde özgürlük getiren ancak aslen İslamın yükselişi anlamına gelen bu gidişata “Dur!” demeyi tercih etti. Bugün geldiğimiz noktada hala Ortadoğu halklarının direnci ve barbar dinci çetelerin mücadelesi devam ediyor. Elbette çok daha çetrefilli, çok daha fazla aktörün dahil olduğu, çok daha zorlu bir süreçle…
***
Suriye’de ABD, Suudi Arabistan, Türkiye ve Katar destekli muhaliflerin istedikleri sonuçları kolaylıkla alamayacakları ortaya çıktığı andan itibaren birçok gelişme yaşandı. Çatışmanın taraflarına, destekçilerine yenileri eklendi: Suriye devleti, PYD yönetiminde Kürtler, Irak Kürtleri, seküler muhalefet, İslamcı radikal muhalefet… Bütün bu aktörlerin dahil olduğu çetrefilli ve uzun süreçte savaşı sona erdirmek amacıyla birçok girişimde bulunuldu. Elbette Esad’ı devirecek, İslamcıları iktidara getirecek, Türkiye’yi “model ülke” yapacak girişimlerdi bunların çoğu. Bugün gelinen noktada yaşananlar bütün bu girişimlerin fiyaskoyla sonuçlandığının belgesi niteliğindedir.
Suriye’de iç savaşın sonlandırılmasına yönelik son girişim Cenevre’de yapılması planlanan “Barış Görüşmeleri” idi. Ancak görüşmeler daha başlamadan kimlerin katılacağı tartışmalarıyla ve muhalefetin şartlarıyla tıkanma noktasına geldi. Son anda görüşmelere katılacağını belirten Suudi Arabistan destekli Yüksek Müzakere Komitesi (HNC) 4 Şubat günü “insani sorunların çözümüne yönelik” herhangi bir adım atılmaması ve Suriye Ordusunun Halep’e doğru ilerlemeye devam etmesi nedeniyle görüşmelerden çekildiğini açıkladı.1 Böylece görüşmelere 2 hafta ara verilmiş oldu. Görüşmeler 11 Şubat’tan itibaren Münih’te ve 24 Şubat’ta Cenevre görüşmeleri devam edecek, ancak muhaliflerin Münih’teki görüşmelere katılmayacağı açıklandı, Cenevre konusunda net bir tavır yok.2
Elbette Cenevre ve Viyana’da yapılan görüşmelerin tıkanması ve gözlerin Münih’te yapılacak görüşmelere çevrilmesi Suriye’deki durumun giderek kritik bir hal almış olmasından ileri geliyor. Muhaliflerin masayı terk etmesi de Suriye Ordusunun ilerleyişini sürdürmesiyle ilişkili. Suriye krizi bugün dünyanın gündeminde, çünkü hemen herkes Suriye’de yaşanan krizin çok daha büyük bölgesel ve uluslar arası bir krizin yansıması olduğunun farkında. Bu krizin taraflarının nasıl şekilleneceği ve nasıl çözüleceği ise tüm dünyanın geleceği açısından büyük önem taşıyor.
Ne Oldu?
Cenevre’de başlayan Cenevre-3 olarak adlandırılan barış görüşmelerinin yapılmasına geçtiğimiz Kasım ayının 14’ünde Viyana’da yapılan görüşmelerde karar verildi. Viyana görüşmeleri Suriye krizinin uluslar arası boyutu için bir dönüm noktası sayıldı. Masada ilk defa biri Suriye devletinin diğeri muhalifleri destekleyen İran ve Suudi Arabistan karşı karşıya geldi. Krizin hemen başından itibaren İran, muhaliflerin ve Suudilerin itirazları nedeniyle görüşmelerin bir parçası olamazken yaşanan bu gelişme krizin çözümü açısından yeni bir döneme girildiğinin de habercisiydi. Ancak bu gelişmeyi hazırlayan gelişmeler de elbette Rusya’nın Suriye krizine doğrudan müdahil olması ve Suriye devletinin Rusya’nın desteğiyle kazandığı başarılardı.
Viyana’da Cenevre’de yeni bir müzakere sürecinin başlayacağının duyurulması ile birlikte Suudi destekli Suriyeli muhalifler Riyad’da toplandı, Cenevre görüşmelerini yürütmek üzere Yüksek Müzakere Komitesi (High Negotiation Committe-HNC) kuruldu. Yüksek Müzakere Komitesi’nin içerisinde El-Nusra ve IŞİD yok. Ancak daha önce kendilerine “Suriyeli Muhalifler” diyen bu grubun ve silahlı örgütleri ÖSO’nun özellikle El-Nusra’ya karşı bir tavrı olmadığı biliniyor.
PYD ve onunla yakın temas içerisinde bulunan seküler Suriyeli muhalifler ise Riyad’a davet edilmedi. Suudilerin bu süreçteki kirli ortakları Türkiye’yi korumak istemesi ve İslami ajandaları elbette ki ilk etapta sayılabilecek sebepler. Bunun üzerine PYD, Riyad’a çağırılmayan muhalifleri Derik’te toplayarak Demokratik Suriye Kongresi’ni ve alternatif müzakere ekibini kurdu. Ancak görüşmelerin başlamasından önce Salih Müslim’in görüşmelere çağrılmaması büyük yankı uyandırdı. Aslında Demokratik Suriye Kongresi’nden davet edilen tek isim Heysem Menna oldu ve Menna da Salih Müslim’in çağrılmamasını protesto ederek Cenevre’ye gitmeyeceğini açıkladı.3
“Riyadlı muhalifler” ise davete rağmen insani yardımın ulaştırılması, saldırılan durması ve tutsakların serbest bırakılması gibi talepler karşılanmadan masaya oturmayacaklarını açıkladılar. Suriye yönetiminin talepleri karşılama yönünde attığı adımlara rağmen 4 Şubat’ta kesin olarak Cenevre’yi terk ettiler. Dolayısıyla bir Cenevre görüşmesi daha başarısızlıkla son bulmuş oldu. Görüşmelerin son bulmasının ardından görüşmelerin 24 Şubat’tan itibaren devam edeceği açıklandı. Ancak kimlerin katılacağına dair krizin ve muhaliflerin tavrının devam edeceği şimdiden görülüyor. Bu dergi elinize ulaştığında ise sonuçları hep birlikte görmüş olacağız.
Kazananlar ve Kaybedenler
Independent gazetesinin Ortadoğu muhabiri Patrick Cockburn, Suriye’yi “kaotik satranç tahtasına” benzettiği yazısında Türkiye’nin çıkarları tehlikeye girdiğinde ve Kürtler Fırat’ın batısına geçtiğinde Suriye’ye müdahale edip edemeyeceğini tartışıyor. Cevap Türkiye’nin emperyalistlere nasıl göründüğünü gözler önüne seriyor: “Erdoğan gibi kontrol edilemeyen bir adamın yönetiminde muhtemelen”…4 Türkiye’nin askeri bir müdahalede bulunup bulunmayacağını belirleyecek çok fazla dış etken var. Ancak Türkiye’nin emperyalistler açısından da şuan bir baş belası olarak görüldüğü ortada. Elbette ki gözden çıkarıldığını söylemek mümkün değil, ancak kontrol edilemeyen bir aktör olarak görüldüğünü söylemek yanlış olmayacaktır. Yalçın Küçük’ün Odatv röportajında belirttiği gibi Biden’in Türkiye ziyaretini bir de bu açıdan değerlendirmek gerekiyor.5
Suriye’deki savaşın Rusya’nın sürece müdahil olmasıyla Türkiye’nin planlarının tersine işlediği açık. Yıllardır tüm Suriye politikasını Esad’ın gitmesi üzerine kuran Türkiye, ABD dahil tüm aktörlerin en azından geçiş sürecinde Esad’ın yer alacağını kabul etmesiyle zor durumda kaldı. Diğer yandan AKP, PYD’nin hem ABD’nin hem de Rusya’nın desteğiyle kontrol alanını genişletmesi, uluslar arası alanda itibar görmeye başlaması ve Türkiye sınırının yarısını kontrol eder hale gelmesini sindiremiyor.6 PYD’nin Türkiye’nin baskısıyla Cenevre’ye davet edilmemiş olması da pek bir önem taşımıyor, zira Cenevre görüşmeleri henüz sürerken Rojava’ya yapılan ziyaretle ABD yönetimi Kürtlere hem sonraki görüşmelere katışma sözü hem de ikili ilişkilerin Cenevre’den daha önemli olduğu mesajını verdi.7
ABD’yi ise yalnızca Türkiye’nin Kürtlerle savaşı değil Suriye’deki dengeler de sıkıştırıyor. Her ne kadar Türkiye güvenilir görünmese de ABD açısından gözden çıkarılamayacağı ortada. Ancak ABD’nin PYD ile ilişkisini sürdürmek istediği ve PYD’yi Rusya’ya “kaptırmak” istemediği de görülüyor. Bunun üstüne tuz biber eken ise Kürtlerin Suriye’de savaştığı güçlerin Suriye devletinin de düşmanları olması. Dolayısıyla Suriye’de Kürtler ABD’nin hazmedemeyeceği kadar “karşı kampa” yakın görünüyor. Rusya, Kürtlerin Cenevre görüşmelerine katılması konusunda ısrarcı davrandı. Görünen o ki Münih’e katılması için de baskı yapacaklar. Demirtaş’ın Rusya ziyareti ve Rusya ile PYD arasındaki yakın ilişki gibi gerçekler hem ABD hem de AKP açısından zorluk yaratıyor.
Türkiye-Suudi Arabistan cephesini sıkıştıran gelişmeler Kürtlerle sınırlı değil. İran’ın üzerindeki yaptırımların kalkması bir yandan İran’a ekonomik olarak büyüme imkanı verirken petrol fiyatlarının düşmeye devam etmesi Suudi Arabistan’ın zora sokuyor. Suudilerin Amerika için önemli bir müttefik olmasının ve bölgedeki gücünün nedeni ise petrolden elde ettiği servet. Suudilerin Yemen’de Şiiler karşısında aldığı yenilgi Suriye için yapılan planları da zora soktu. Erdoğan yönetiminin ve Suudilerin düşüncesi Yemen’in Suriye için model olmasıydı.8 ABD’nin İran ile geliştirdiği ilişkiler Suudi Arabistan yönetimini rahatsız ediyor, Suudiler ise ABD’nin kirli planlarının finansmanı olmanın verdiği güvenle bunu yüksek dillendirmeye devam ediyor.
Dolayısıyla ABD ve Batı açısından bölgede Kürtler dışında güvenilir bir müttefik görünmüyor. Elbette yarattıkları bütün problemlere rağmen ne Türkiye’den ne de Suudi Arabistan’dan vazgeçmeleri mümkün değil. Ancak Obama yönetimi açısından zaten karmaşık olan denklemleri daha da karıştıran iki bölgesel ortağın varlığı çok da arzulanabilir bir durum gibi görünmüyor. ABD, Esad’ın gitmeyeceğini kabul etmiş gibi görünüyor, gerçekçi bir aktör olarak planlarını buna göre yapmak istediklerini görmek mümkün. Türkiye ve Suudilerin henüz bu gerçeğe alışmamış olması ABD açısından sorun yaratıyor.
Nereye Gidiyoruz?
Amerikan emperyalizmi açısından çok daha büyük bir problem ise elbette ki Rusya’nın bölgede giderek güçleniyor olması. Suriye devleti kısa bir sürede Rusya’nın desteğiyle başarı kazandı. Henüz Kafkasya’da yaşananların acısı geçmemişken ABD açısından Rusya’nın Ortadoğu’daki varlığını güçlendiren adımları yeni bir kriz başlığı. ABD ve Rusya zaman zaman çıkarlarının birbirine uygun olduğunu dile getiriyor. Patrick Cockburn, ABD-Rusya ilişkisini “işbirliği ve rekabetin ilginç bir karışımı” olarak değerlendiriyor.9 Dergimizin bu sayısında okuyacağınız röportajında Yalçın Küçük ise Putin’in ABD için “aldıkça daha çok isteyen bir ortak” olarak görüldüğünü söylüyor.
Dolayısıyla şuan ABD-Rusya arasında sıcak savaş yok, taraflar bu konuda çok dikkatli konuşuyor. Ancak diplomatik dili kazıdığınızda altında kılıçlarını kuşanan iki taraf görmek hiç de zor değil. Bir yandan ABD ve AB, onların bölgesel müttefikleri Türkiye, Suudi Arabistan ve Katar; diğer yandan Kırım’dan beri Batı’ya kafa tutan Rusya, yaptırımlardan kurtulup bölgesel büyük bir ekonomik güç olmaya doğru giden İran, bir türlü iktidardan indiremedikleri Esad, Lübnan Hizbullahı ve sıcak savaşa dahil olmasa da Çin… Kürtlerin henüz net olarak bu kutuplardan birinde sayılması mümkün değil, ancak Türkiye’nin varlığının Kürtlerin birinci kutuptaki varlığını zora soktuğunu söylemek mümkün. Yalçın Küçük’ün Çıkış 2’de dillendirdiği gibi Rus-Osmanlı Savaşları’nda Kürtlerin Rus tarafında yer aldığı gerçeğini de akılda bulundurmak gerekiyor.
Bu kutuplaşmanın iki dünya savaşı öncesi görülen kutuplaşmalara benzediğini iddia etmek fazla iddialı olmasa gerek. Kürtlerin bölgede artan gücü ve başka bir dizi gelişme Ortadoğu’da sınırların değişeceği bir konjonktüre doğru gittiğimizin sinyallerini veriyor. Sykes-Picot ile yüzyıl önce çizilen sınırlar bugün kimilerine dar kimilerine de büyük geliyor. Mesele bir Sırp arşidükünün ortaya çıkıp çıkmayacağı olarak kodlanabilir mi? Belki de soruyu, bu sefer Sırp arşidükü rolünü Türkiye’nin oynayıp oynamayacağı olarak değiştirebiliriz.
Dipnot
- “Rusya: Cenevre Görüşmelerinin Durmasının Sorumlusu Riyadlı Muhalifler”, Sputnik, 04.02.2016
- “Rusya: Muhalifler Münih’teki Görüşmelere Katılmayacak”, Sputnik, 05.02.2016
- Bilindiği üzere Cenevre’ye örgütler değil, isimler üzerinden çağrı yapıldı. Elbette çağrılan bütün isimlerin örgütsel temsiliyetleri vardı, dolayısıyla isimler üzerinden yapılan çağrılar aslında birebir örgütlere yapılıyordu.
- Patrick, Cockburn, “Syrian Civil War: Could Turkey be gambling on an Invasion?”, Independent, 31.01.2016
- Yalçın Küçük, “Biden Erdoğan’a Bırak Demek İçin Geldi”, OdaTV, 29.01.2016
- Cockburn, a.g.y
- Fehim Taştekin, “Cenevre’nin Ahı Rojava’dan Çıkıyor”, Radikal, 02.02.2016
- Fehim Taştekin, “Düşman Kardeşliği”, Radikal, 01.01.2016
- Patrick Cockburn, “Syrian Peace Talks: If the Crisis is to be solved, it will be by an agreement between Russia anda the United States”, Independent, 29.01.2016