Nazi Propagandası ve Joseph Goebbels

Dünya’yı felakete sürükleyen ve milyonlarca insanın hayatına mal olan Nazi Partisi’nin serpilip gelişmesinde özellikle Versay Antlaşması ve 1929 Dünya Ekonomik Buhranı’nın yarattığı dönemin koşullarının, adı geçen partinin bu koşullara dair kullandığı söylemlerin ve aldığı sermaye desteğinin payı büyüktür. Ancak, önemli bir diğer etken ise, siyasi propagandanın daha önce benzeri görülmemiş düzeyde etkili kullanılmasıdır. Nazizm denilince Adolf Hitlerden sonra en bilinen figürün Joseph Goebbels olması rastlantı değildir.

I. Dünya Savaşı’na düşük rütbeli bir asker olarak katılan Hitler, savaş sırasında, Britanya ve Amerika Birleşik Devletleri’nin uyguladığı propagandanın gücünden etkilenmiş ve birkaç yıl sonra yazdığı Mein Kampf’da (Kavgam) Almanya’nın savaşı, propaganda savaşında etkisiz kaldığı için kaybettiğini yazmıştır. Daha sonraları ise, propagandaya atfettiği değeri şöyle dile getirmiştir: “Propaganda iktidarı elde tutmamızı sağladı, dünyayı fethetme olanağını da bize yine propaganda verecek.” (Hitler, 2005.)

Nazi Partisi’nin yükselişi açışından önemli bir uğrak 1926 yılının Nisan ayıdır. Bu, Hitler ile Hitler’in propagandaya verdiği hayati önemi incelikle ete kemiğe büründürecek, Naziler’in yükselişine katkı sağlayacak propaganda aygıtını yaratacak olan Goebbels’in bir araya geldiği tarihtir. Bu andan itibaren, dünya tarihinin en kara dönemine başat imzayı atacak olan bu iki aktör, 1945 yılında aldıkları ağır yenilgi sonrası ikisi de intihar edene kadar birlikte çalışacaktı.

II. Dünya Savaşı’nı da kapsayan bu dönemde Kitle Haberleşme Teorileri’nde uluslararası ölçekte büyük gelişmeler yaşanmıştır. İnandığı Aryan ırkının özellikleriyle uzaktan yakından alakası olmayan; 1,60 metre boyunda, topal, vücuduna göre orantısız büyüklükte bir kafaya sahip, kahverengi gözlü, siyah saçlı Goebbels kitle psikolojisini ve iletişimi konularındaki yeteneği ve uygulamaları ile yaşanan gelişmelerin baş yaratıcısı olmuştur. Goebbels’in propaganda ilkelerinin önemli bir bölümü, sonraki dönemlerde, özellikle düzen siyasetçileri tarafından rehber edinilmiştir. Bugün de Goebbels’i bilen ya da bilmeyen birçok siyasetçi onun taktikleriyle politika yapmaya devam etmektedir. Hatta Hitler olmaya soyunanlar bile var… Dolayısıyla, burada bahsedilen iki nokta sebebiyle Goebbels’in propaganda ilkeleri üzerine bir inceleme yapmanın önemli ve gerekli olduğunu düşünüyoruz. Tekrar etmek gerekirse; bir, ilkelerin Kitle Haberleşme Teorileri’nde yarattığı gelişmeler, iki, “düşmanlarımız” tarafından yaygın bir şekilde uygulanıyor oluşu.

Yalan Üzerine…

Goebbels’in propaganda ilkeleri üzerine ufak çaplı bir araştırma yapıldığında, yaygın olarak kullanılan birkaç madde ile karşılaşılır. Örneğin yalan üzerine; “Halk, büyük yalanlara küçük yalanlara göre daha çabuk inanır.”, “Söylediğiniz yalan ne kadar büyük olursa o kadar etkili olur.”, “Yalan söyleyin mutlaka inanan çıkacaktır.” gibi alıntılar yer alır. Kaynağı ve nerede, ne zaman dile getirildiği net olmayan bu sözler uygulanan propaganda yönteminin mantığını da doğru yansıtmamaktadır. Manipülasyon vardır, kurgu vardır evet ama ‘büyük yalanlar’, dayanaksız söylemler genel olarak söz konusu değildir. “Almanlar, 1914 yılından beri çok daha bilgili ve düşünce yetenekli olmuşlardı ve satırların arasındakileri de okuyabildikleri için, kolayca aldatılmaları mümkün değildi” (Doob, 1968a: 348.) Bu satırlar Goebbels’in günlüğünden… Zaten böyle düşünen bir kişinin yukarıda bahsedilen şekillerde ‘kaba’ bir propaganda faaliyeti yürütmesi beklenemez. Düşüncelerinden ve savunduğu görüşlerden bağımsız olarak Goebbels’in propaganda konusunda bir ‘deha’ olarak nitelenmesinin sebebi yarattığı propaganda aygıtının kusursuz bir şekilde işlemesi için, attığı her adımın sonuçlarını da derinlemesine hesaba katmış olmasıdır. Bu anlamıyla, Goebbels’in ilkelerinin temelinde yalanlar, yalanların büyüklüğü vb. değil; kendi propaganda aracının güvenirliliği yüksek bir kaynak olmasına verdiği önem yatar. Ona göre, gerçek mümkün olduğunca çok kullanılmalıdır. Aksi durumda, ya düşmanlar ya da olayların bizzat kendileri söylenilenlerin sahteliğini ortaya çıkarabilir ve kaynağın güvenilirliğini zedeleyebilir. Ve yine, her manipülasyon ve her saptırmada da güvenirliliğin zarar görmemesi sağlanmak durumundadır. Yalanlar ise, ancak yalanların yalanlanamayacağı koşullarda kullanılabilir şeylerdir. Bu durumlarda bile genellikle bilgiler, ‘siyah propaganda’ denilen yöntemle, kaynağı belirsiz bir şekilde yayılırdı. Yayılan bilgi ile Goebbels’in kendisi ve propaganda aygıtı yan yana görünmezdi.

Örneğin, Goebbels, 1943 yılının sonuna gelindiğine peş peşe gelen askeri yenilgileri “başarılı geri çekilmeler olarak sunarak kendi rejimlerini destekleyen kitle açışından yenilgilerin yaratacağı olumsuz etkiyi bir süre geciktirmeyi başarmıştır. Ancak, nihayetinde tutunacak dalı kalmadığında günlüğüne şu notu düşmüştür: “Şu içinde bulunduğumuz anda propaganda ile değiştirilebileceğimiz fazla bir şey yok; nerede olursa olsun, bir kerecik daha büyük bir zafer kazanmamız gerekiyor.” (Doob, 1968b: 365-366)

Goebbels, öte yandan, Almanlar arasında sahte umutların yayılmasını sürekli engellemeye çalışıyordu. Ona göre, ortaya çıkacak gelişmelerle yalanlanacak olan bir propaganda tehlikeli sonuçlar doğurabilirdi. Bu sebeple, Goebbels askeri ve siyasi alanlardaki bazı kısmi zaferlerin gereğinden fazla büyütülmemesi için uyarılarda bulunuyordu. Buraya kadar anlatılanlardan 4 ara sonuç çıkarmak mümkündür. Bunlardan ilki, propagandanın gerçeği’ kaynağın güvenilirliğine ve prestijine bağlıdır. İkincisi, atılacak herhangi bir adımın propaganda açısından sonuçları, adım atılmadan hesaba katılmış olmalıdır. Üçüncüsü, propaganda tek başına değiştirici bir etken olamaz. Ve sonuncusu, propaganda faaliyeti sırasında halkın arasında sahte umutların yayılmasına izin verilmemelidir.

Son olarak, yakın zaman maruz kaldığımız Kabataş yalanının sefaletini bir de bu başlık altında yazılanlar ışığında değerlendirmenizi önerebiliriz.

Tekrar Üzerine…

Goebbels, “Katolik kilisesi 2 bin yıldır hep aynı şeyi tekrarladığı için ayakta duruyor. Nasyonal sosyalist devlet de tıpkı onun gibi davranmalıdır.” diyordu. (Domenach, 1969a: 74) Ancak, Nazi Almanyası’nda bir propaganda temasının tekrarı üzerine kullanılan yöntemi Hitler’in Mein Kampf’da yer alan “Propaganda az sayıda fikirle sınırlanmalı ve bunları bıkıp usanmadan tekrarlamalıdır. Kitle en basit fikirleri bile ancak bunlar kendisine yüzlerce kere tekrarlandıktan sonra hatırlar. Yapılan değişiklikler, yayılması istenen öğretinin temeline hiçbir zaman dokunmamalı, yalnızca biçimde kalmalıdır. Parola değişik görünümler altında sunulmalı, ama her zaman, değişmez bir kalıp halinde yoğunlaşmış olarak belirmelidir.” (Hitler, 2005.) sözleri daha iyi açıklamaktadır. Buna göre, bir propaganda faaliyetinin benimsetmek istediği ana tema bir yandan kitlelerce iyice öğrenilene dek inatla tekrar edilirken, bir yandan da farklı dolayımlar ve görünüşler altında sunulmalıdır.

Örneğin, Nazi Almanya’sında “az sayıdaki temaların” başında antisemitizm geliyordu. Yahudi düşmanı kampanyayı: hem Hitler, Goebbels gibi aktörlerin konuşmalarında ve yazılarında, hem ırk kavramı üzerine bilgince’ yazılar yayım- kayan dergilerde hem de Jew Süss gibi filmlerle sinemada görmek mümkündü.

Fakat Goebbels’in günlüğünde belirttiği düşüncesine göre,“işlenilen temanın kitleyi sıkmaya başlaması halinde v ilgi çekiciliğini ve etkinliğini yitirmeye başlaması halinde “ (Doob, 1968c: 357.) tekrarlama makbul olmaktan çıkmak tadır. Sınır burası.

Ek olarak, geniş kitlelere seslenen ya da geniş kitleleri hedefleyen her türden propaganda, öncelikle, sadeliği ve netliği sağlamaya çalışır. Programını, temel tezlerini kolayca akılda tutulabilecek şekilde sunabilenlerin, hatta birkaç çarpıcı kalıba ve simgeye sığdırabilenlerin bu anlamda başarılı olduğu söylenebilir. Nazi Almanyası’nda yürütülen propagandanın, sadeliği en ilkel ve en basit sayılabilecek şekle getirerek kendi tarafının umutlarını ve karşı tarafa duyulan nefreti tek kişide yoğunlaştırabilmesi kendilerine çok kazandırmıştır. Bu, “Führer Miti”ni yaratan etkenlerin başında gelmiştir.

O halde, bir ara sonuç daha: Bir propaganda teması sade ve net olmalı, ısrarla tekrar edilmeli ve farklı dolayımlarla sunulmalı, ancak bu tekrarlamaların sınırına dikkat edilmelidir.

Sansür Üzerine…

Goebbels’in deyimiyle ‘uygar siyasi propaganda’ yine Goebbels’in cümleleriyle şu anlama gelir: “Güce dayalı kuvvete sahip olmak güzel olabilir. Ama halkın kalbini kazanmak ve muhafaza etmek daha iyidir.” (Altun, Haziran 2010: 24.) Bu ‘uygar siyasi propaganda’ gereği, başta radyo, gazete, sinema ve görsel sanatlar olmak üzere kitle haberleşme araçlarının, kültürel ve entelektüel hayatın bütün unsurlarının denetim altına alınması gerekiyordu. Ve öyle de oldu. Nazi iktidarının henüz başında her tür iletişim aracı Propaganda Bakanlığı’nın denetimi altına alındı. Haliyle denetimi sağlayan mekanizma da sansür uygulamasıyla kuruldu. Kültürel ve entelektüel üretimler açısından denetim; Nazilere sadık olmayan, partinin ilgili birimlerine bağlı bulunmayan hiçbir yönetmenin film çekememesi, tiyatro sahneleyememesi, hiçbir yazarın kitap yazamaması, hiçbir ressamın sergi açamaması veya tersi konumda olanlar için de bakanlık bütçesinden önemli kaynak aktarımları yapılması gibi yollarla sağlandı. Doğrudan siyasi propagandayı ilgilendiren durumlarda ise, Goebbels için, herhangi bir konunun sansür edilip edilmeyeceğini belirleyen birkaç faktör vardı.

Yalan ile ilgili başlıkta da değindiğimiz gibi, Goebbels’in en önemsediği nokta kendi propaganda aygıtının güvenirliğini yüksek tutmaktı. Dolayısıyla, sansür konusunda da hesaba katılan faktörlerden ilki buydu. Bir diğeri, düşmanın işine yarayacak bilgiler içerdiğini düşündüğü haberleri, haberler Almanya’nın lehine bile olsa, sansürletiyordu. Üçüncü olarak, Goebbels, düşman ülkelerin kendi içindeki ya da birbirleri arasındaki ilişkilerde, kendi düşüncesine göre olumlu sonuçlar doğurabilecek gelişmeleri görmezlikten gelirdi. Ona göre, “Müttefik devletler arasındaki anlaşmazlıklar ve geçimsizlikler, kendi gelişme seyirleri ile baş başa bırakılıp dokunulmazsa çok daha iyi şekilde gelişecek küçük fidancıklardır.” (Doob, 1968d: 345.) Dördüncüsü, bir gelişmenin ne sonuç verebileceğinin net olmaması durumunda, Goebbels, acele görüş öne sürmenin sakıncalı olduğunu söyleyerek beklemeyi tercih ederdi. Ve son olarak, Goebbels, yayılacak herhangi bir haberin ya da bilginin yaratacağı olası etkileri hesaplamaya çalışırdı. Eğer sonuçları makbul bulunmuyorsa o haber ya da bilgi sansür edilirdi.

Goebbels’in basına yolladığını yaklaşık elli bin talimatı elden geçiren Walter Hagemann, bunların dörtte birinin susmayı emrettiğini belirtmiştir. (Domenach, 1969b: 81.) Goebbels’in genel olarak sansür ettiği haber çeşitlerinden bazıları şöyle sıralanabilir: Din konusundaki tartışmalarla ilgili haberler, devlet adamlarının Almanya karşıtı konuşmaları, devlet görevlilerine karşı yapılan suikastlar, sabotajlar, düşman uçaklarının sebep olduğu tahribat hakkında bilgi veren haberler, Alman devlet adamlarının aldıkları başarısız kararlar ve beceriksizce yapmış oldukları işler, General Giraud’nun bir Alman hapishanesinden kaçışı gibi Nazi iktidarının kuvvetini küçük düşürecek olaylarla ilgili haberler, Alman halkını aşırı derecede endişelendirecek durumlardaki haberler… (Doob, 1968e: 353.)

Ara sonuç: Siyasi propaganda materyallerinin sansür edilip edilmemelerini; kaynağın güvenirliği, materyalin düşman ülkelere istihbarat sağlayıp sağlamaması, ilgili gelişmenin sonuçlarının net olup olmaması, ‘içeride’ veya ‘dışarıda’ yaratacağı olası etkiler belirler.

Karşı Propaganda Üzerine…

Bir psikolojik savaş’ aracı olarak propagandanın önemli noktalarından biri de düşman propagandalarına hangi durumlarda ne şekillerde karşılık verileceği konusudur. Konuya dair genel çıkarsamalar birkaç maddeyle açıklanabilir. (Domenach, 1969c: 102-108.) Bunlardan ilki, düşman propagandasının temalarını birbirinden ayırıp önem sırasına göre sınıflayarak teker teker çürütmek ve propagandayı etkili kılan dramatik etkisinden arındırarak mantıksal özüne indirgemek. İkincisi, düşmanın propagandasının zayıf noktalarını tespit edip o noktalara saldırmak. Üçüncüsü, güçlü durumda olan bir düşman propagandasına hiçbir zaman doğrudan saldırmamak. Dördüncüsü, düşman tarafından sunulan tezin kendisini değil sunan kişiyi veya savunucusunu küçük düşürmek. Beşincisi, tek bir noktadan bile olsa rakibin propagandasını olaylarla çelişkili duruma düşürecek bir kanıt (fotoğraf, tanık vb.) sunmak. Ve son olarak, özellikle resmi propagandanın etkisinin yüksek olduğu, totaliter nitelik kazandığı ve karşıt seslerin kısıldığı durumlarda doğal bir tepki olarak, rejimi veya aktörlerini gülünç duruma düşürmek. Buna en güzel örnek, şüphesiz ki, Charlie Chaplin’in Hitler ve Mussolini’yi gülünç kişiler olarak gösterdiği Büyük Diktatör filmidir.

Karşı propagandaya dair genel çıkarsamalara değindikten sonra konuya Nazi Almanyası ve Goebbels özelinde eğilebiliriz. 1933 yılından itibaren Almanya’daki bütün kitle iletişim araçlarını kendi denetiminde tutmasına rağmen, yaratılan illüzyonun bozulmasından korktuğundan olacak ki Goebbels’in günlüğüne düştüğü notlardan en fazla çekindiği şeyin düşman propagandası olduğu anlaşılmaktadır. Örneğin, günlüğün Ocak 1942 tarihli bölümünde şu not yer alır: “Düşman radyolarını dinleyenlere ölüm cezası verildiği halde, bu radyoları dinleyenlerin sayıları geniş ölçüde artmıştır.” (Doob, 1968f: 349.) Bu sebeple, Goebbels, düşman propagandalarına karşı nasıl adım atılacağına dair bir takım faktörleri hesaba katsa da genel olarak aceleci davranma eğilimindeydi. Dolayısıyla, bu noktaya bir şerh koyarak hesaba katılan faktörleri incelemeye geçebiliriz.

Öncelikle, eğer düşman propagandasının amacının kendisini cevap vermeye zorlamak olduğunu düşünürse susardı ve kitle haberleşme araçlarından da ses çıkmamasını sağlardı. İkinci olarak, eğer düşman propagandasının sunduğu tezler açıktan ve cüretkâr yalanlar (Örneğin: Almanların Vatikan’ı bombaladıkları yönündeki iddialar) içeriyorsa hemen cevap verilirdi. Üçüncü olarak, herhangi bir etki yaratmayacağı düşünülen düşman propagandaları ile uğraşılmazdı. Goebbels’e göre bunlarla uğraşılması hem enerji kaybı demekti göre, hem de düşmanın iddialarını yeniden düzenleyip daha kuvvetli hale getirmesine sebep olabilirdi. Eğer, etkili olacağı sezinlenirse hemen harekete geçilerek, iddianın prestij kazanması engellenmeye çalışılırdı. Yine etkili olacağı sezinlenen düşman propagandasına verilecek cevabın zayıf görüneceği düşünülürse, temel iddia dikkate alınmaz, başka noktalar öne çıkarılarak cevap verilirdi. Mussolini’nin düşüşü gibi durumlarda ise, karşı propagandayı zayıflatabilecek yegâne yolun Hitler’in yapacağı bir konuşma olacağı düşünülürdü.

Son olarak, karşı propagandaya cevap verilip verilmemesi konusunda o anda yürütülen propaganda kampanyası da hesaba katılırdı. Eğer yürütülmekte olan propaganda kampanyasına ters düşecek etkilerde bulanacağı ya da kitlelerin dikkatini dağıtacağı düşünülürse görmezlikten gelinirdi.

Nazi Almanya’sı ve Goebbels özelinde ara sonuçlar. Bir düşman propagandasının görmezlikten mi gelineceğini, yoksa karşılık mı verileceğini ilgili propagandanın amaç, içerik ve etkinliği; sunulacak karşıt tezin gücü ve etkileri: o anda yürütülmekte olan propaganda kampanyasının gereklilikleri belirler. İki, prestijli liderler propagandanın işini kolaylaştırabilirler.

Sonuç

İncelememiz açısından önemli olduğunu düşündüğümüz; kimi yazımızdaki ara başlıkların ana konusu olan, kimi ise ara başlıklardan anlatılanlardan çıkarılan 8 sonuçtan söz edebiliriz. Toparlamak gerekirse,

1) Propagandanın ‘gerçeği’ kaynağın güvenilirliğine ve prestijine bağlıdır.

2) Atılacak herhangi bir adımın propaganda açısından sonuçları, adım atılmadan hesaba katılmış olmalıdır.

3) Propaganda tek başına değiştirici bir etken olamaz.

4) Propaganda faaliyeti sırasında halkın arasında sahte umutların yayılmasına izin verilmemelidir.

5) Bir propaganda teması sade ve net olmalı, ısrarla tekrar edilmeli ve farklı dolayımlarla sunulmalı, ancak bu tekrarlamaların sınırına dikkat edilmelidir.

6) Siyasi propaganda materyallerinin sansür edilip edilmemelerini; kaynağın güvenirliği, materyalin düşman ülkelere istihbarat sağlayıp sağlamaması, ilgili gelişmenin sonuçlarının net olup olmaması, ‘içeride’ veya dışarıda’ yaratacağı olası etkiler belirler.

7) Düşman propagandasının görmezlikten mi gelineceğini, yoksa karşılık mı verileceğini ilgili propagandanın amaç, içerik ve etkinliği; sunulacak karşıt tezin gücü ve etkileri; o anda yürütülmekte olan propaganda kampanyasının gereklilikleri belirler.

8) Prestijli liderler propagandanın işini kolaylaştırabilirler.

Ele aldığımız spesifik konu gereği değinmediğimiz ancak, genel anlamda ve genel hatlarıyla bilindiğini tahmin ettiğimiz üzere Nazi Partisi’nin Almanya’da ve hatta bütün dünyada yarattığı felaket inanılmaz boyutlardadır. Ve evet, dünya tarihine kara leke olarak geçen bu dönemi yaratan unsurlardan biri etkili bir şekilde kullanılan propaganda aygıtıdır. Korkutucu olduğu doğrudur. Peki, buradan nasıl bir sonuca varılabilir? Propaganda kötü ve sakınılması gereken bir şey midir ya da korunmanın bir yolu var mıdır? Propagandanın var olmadığı bir durum söz konusu olabilir mi? Propaganda yeni Hitler’ler, yeni diktatörler yaratır mı?

Bizce, sınıfsal ayrılıkların ve çekişmelerin, yani siyasetin ortaya çıkmasından bu yana propaganda da hep varoldu. 20. yüzyılın başlarına kadar, tam olarak bugünkü kullandığımız anlamıyla olmasa bile farklı biçimlerde ve ölçülerde varlığını sürdürdü. Kitle iletişim araçlarında yaşanan gelişmeler ve bu gelişmelerin propagandanın parçası olarak kullanılmasıyla ileri boyutlara taşındı. Savaşların önemli bir belirleyeni, hatta kendisi olmaya başladı. Bahsedilen dönem, henüz televizyonun devreye girmediği, internetin belki henüz bir düşünce bile olmadığı zamanlara denk geliyordu. Bunları da hesaba katınca aslında propagandanın gücünün ulaştığı kapsamın boyutları hayal edilemez düzeylerdedir. Mesaj alışverişinin odakların kitlelere ilettiği mesajlar şeklinde de değil; sosyal bir an olsun durmadığı; sadece bir takım kurumların, siyasi medyanın yarattığı ‘ortam’larda bireylerin de dâhil olduğu bir sürece tanık oluyoruz. Kısa bir süre için bile olsa telefonumuzu elimize almadığımızda bir kopmuşluk hissi yaşıyoruz. Kısacası, mesaj alışverişinden ve dolayısıyla propagandadan uzak durulması, sakınılması şöyle dursun bugün daha fazla içindeyiz ve hatta parçasıyız. Aksi ise, yaşanılan toplumdan ve ‘gerçek hayat’tan kopmak anlamına geliyor.

Yazımız boyunca öne çıkan özelliklerine değinmeye çalıştığımız, kitle haberleşme teorilerinde yarattığı gelişmeler açısından önemsediğimiz Nazi propagandası, geçen zaman zarfında yaşanan gelişmelerle bir bölümü bugün geçerliliğini yitirse de hem ‘bizim taraf’ için dersler içeren hem de düzen siyasetçiler tarafından rehber edinilen noktalar barındırıyor. Ancak, etkili bir propaganda bugün yeni diktatörler yaratır mı, bu daha çok siyasetin konusu. Propaganda faaliyetinin bunun bir parçası olacağı yadsınamaz ama tek başına yeter koşulu olamayacağı kesindir. Yazımızın başında da değindiğimiz gibi, Nazileri dünyanın başına musallat eden kapitalist sistemdir. Bunu unutmamak gerekir. Dengeler değişikten sonra propagandanın yapabileceği pek bir şey kalmaz. Goebbels’in 1943 yılının sonlarında peş peşe gelen yenilgi haberleri üzerine günlüğüne not ettiği sözlerini hatırlatarak bitirelim: “Şu içinde bulunduğumuz anda propaganda ile değiştirilebileceğimiz fazla bir şey yok; nerede olursa olsun, bir kerecik daha büyük bir zafer kazanmamız gerekiyor.”

Ne iyi ki o beklenen zafer hiç gözükmedi!

Kaynakça:

  1. Altun, Sibel Uçkaç, Haziran 2010, “Hitler Almanyası’nda Sanat ve Propaganda”, Gazi Üniversitesi Sanat ve Tasarım Dergisi, Sayı: 5.
  2. Clark, Toby, 2011, “Sanat ve Propaganda”, Ayrıntı, İstanbul
  3. Domenach, Jean-Marie, 1969, “Politika ve Propaganda”, çev. Tahsin Yücel, Varlık Yayınları, İstanbul.
  4. Doob, Leonardo W., 1968, “Goebbels’in Propaganda İlkeleri”, çev, Ünsal Oskay, Ankara Üniversitesi SBF Dergisi, Cilt: 23, Sayı: 3.
  5. Hitler, Adolf, 2005, “Kavgam”, çev Ö. Kenan Yalıntaş, Emre Yayınları, İstanbul.
  6. İlal, Ersan, 2007, “İletişimin Yığınsal İletim Araçları ve Toplum”, Der Yayınları, İstanbul.
  7. Oskay, Ünsal, 2015, “İletişimin ABC’si”, İnkılâp Kitabevi, İstanbul