Sınıf Mücadelelerinin Siyasi Yansımaları: İngiltere ve Fransa

Başlarken

Laiklik bugün Türkiye’nin en çok tartışılan başlıklarından bir tanesi. İktidarın baskıcı ve gerici politikalarına karşılık AKP karşıtı kesimlerde laikliğin önemi bir kez daha anlaşılıyor. Ancak kavrama yönelik kafa karışıklığı sürerken “Nasıl bir laiklik” sorusu da kafalarımızı meşgul etmeye devam ediyor. Sorunun cevabını geçtiğimiz dönemde hazırladığımız “Yobazlıkla Mücadele Kılavuzu”nda vermeye çalıştık. Yine de sorun burada bitmiyor. Bir süredir “ultra-sol” kesimlerde laikliğin burjuva ideolojisi olduğu, solun “emek mücadelesi” vermesi gerektiğine dair sözler duymaya başladık. Burada uzun uzun siyasi strateji tartışmalarına girmeyeceğim. Ancak laikliğin sola dışsal bir gündem olduğu ya da ikincil önemde olduğu tezinin tartışılması gerekir.

Tartışma farklı biçimlerde yürütülebilir. Neyin sınıf mücadelelerine içkin olduğunu anlamanın en iyi yollarından biri tarihe bakmak ve mücadele başlıklarının nasıl ortaya çıktığını araştırmak. Burada biz de İngiltere ve Fransa’nın siyasi kültürüne bakacak ve laiklik ile birlikte geniş bir kavram setinin ve mücadele başlığının sol için nerede durduğunu araştıracağız.

Kapitalizmin feodal toplumu parçalayan, yeni, daha rasyonalize edilmiş, akla dayanan bir toplumsal yapı kurduğu Marksistler açısından nettir. Bu nedenle kapitalizmin ortaya çıktığı tüm ülkelerde toplumsal yapıda, dinin toplum üzerindeki etkisinde, yurttaşlık tanımından belli değişimler kaçınılmazdır. Ancak bu değişim çok sınırlı ve büyük ölçüde teknik başlıklarla sınırlı olabileceği gibi toplumsal yapıyı kökten değiştiren, burjuvazi ile birlikte proletaryayı ya da öncülerini tarih sahnesine çıkaran büyük çaplı bir hareket de olabilir. Öyleyse başlarken belirtelim, burada bir ülkenin bu skalanın neresinde duracağını en geniş anlamda bu ülkelerde sınıf mücadelelerinin ve alt sınıfların bu mücadeleye katılımının belirleyeceğini iddia edeceğiz.

Bunun için burada iki ülkeyi model olarak aldık: Fransa ve İngiltere. Bu iki ülkeden ilki burjuva devrimlerinin en görkemlisini yaratmışken ikincisi İkinci Savaş’a kadar kapitalist dünyanın hegemonik gücü olmuştur. Fransa, İngiltere’den sonra ve farklı dinamiklerle kapitalizme geçerken İngiltere’dekinden farklı bir siyasi literatür ve kültür ortaya çıkarıyor. Teknik rasyonalizasyonun yanında, eğitimde ve bilimde sıçrama, halkın siyasete aktif katılımı, yazılı anayasanın belirleyici olduğu, kilise – devlet ayrımıyla yetinilmeyerek kilisenin geriletildiği hatta yeni, akılcı dinsel denemelerin yapıldığı bir siyasi kültür… İngiltere’nin parlamentonun üstünlüğüne dayanan, kilisenin resmi varlığına dokunulmayan, kapitalistleşme sürecinde aristokrasiyle uzlaşılan, alt sınıfların aktif katılımının sınırlı olduğu kapitalistleşmesinden çok farklı yeni bir kültürden söz ediyoruz. Bir yandan yurttaşların aktif katılımına dayanan cumhuriyetçi bir kültür, diğer yandan katılımın parlamentoyla sınırlandığı, pasif, geniş anlamda liberal bir kültür. Öyleyse karşılaştırma yalnızca laiklikle sınırlanmayıp bu iki farklı siyasi kültürün genel incelenmesine odaklanmalı.

Dünyanın ilk kapitalistleşen ülkesine dair ortaya çıkan tablonun laikliği doğrudan burjuvazinin hanesine yazan ve burjuva devrimlerinin ortaya çıkardığı geniş olanakları, solun ayağını basabileceği yeni kavramları görmeyenler için sorgulayıcı olması gerekir. İngiltere ve Fransa’nın kapitalistleşme sürecinde ortaya çıkan bu iki farklı tabloyu incelerken kapitalizm öncesi sınıfsal yapıya kısaca göz gezdirecek, sonra kapitalistleşme sürecinde ve İngiltere’de Püriten Devrimin ve Fransa’da 1789 devriminin gelişimine odaklanacağız.

İki ülkenin karşılaştırılması siyaset bilimine aşina olanlar için yaygın bir konudur. Biz bu yazıda geniş anlamda politik Marksizmin temsilcilerinden Ellen Meiksins Wood’un tezlerine odaklanacak ve açıklamalarımızı buraya dayandıracağız. Ancak kimi farklı vurguların ve yorum farklılıklarının olacağını belirtelim.

Wood’un iki ülkenin siyasi kültürlerini bahçe modelleriyle karşılaştırması öğretici ve ilginçtir. “Fransızların çok biçimsel, matematiksel kesinlik taşıyan bahçelerini, İngilizlerin bütün düzensizliğiyle doğayla uyumlu bahçeleriyle karşılaştıran birçok yazı kaleme alındı. Başından beri bu karşıtlığın politik bir mesajı vardı. Çağdaşlar iki ülkenin bahçe estetiği ve anayasaları arasında paralellik kurdu: Mutlakiyetçi devletin katılığına karşılık, ‘karma anayasanın’ sağladığı özgürlük ve esneklik…” (Wood, 2007: 148)

İki Ülke İki Model

İngiltere’nin ‘Özgünlüğü’

Kapitalizmin hangi ekonomik ilişkilerin gelişimi sonucu ortaya çıktığı uzun tartışmaların konusu olageldi. Ancak İngiltere’de kapitalizmin tarımsal ilişkilerin dönüşümüyle ortaya çıktığı ve tarımsal kökenli olduğu artık büyük ölçüde kabul ediliyor (Wood, 2002). İlk bakışta konunun neden önemli olduğu anlaşılır olmayabilir, bu nedenle tartışmanın kaynaklarına inmekte yarar var. Kapitalizmin ilk olarak İngiltere’de ortaya çıktığını biliyoruz. Ancak nasıl ortaya çıktığını ve İngiltere’nin izlediği yolu incelemekte yarar görüyoruz.

Ellen Meiksins Wood, İngiltere’de kapitalizmin gelişimini incelerken “Nairn – Anderson” tezleri olarak bilinen ve Tom Nairn ve Perry Anderson’un New Left Review dergisinde yayımlanan bir dizi yazısıyla ortaya çıkan tezleri eleştirerek başlıyor. Bu tezler temel olarak İngiltere’de kapitalizmin “kendine özgü” yollarla geliştiğini ve Fransa’da olduğu gibi geleneksel kurumları tamamen tasfiye etmemesini İngiliz kapitalizminin eksikliğine bağlıyor. Ayrıca 1688’deki Püriten Devrimi’nden bu yana İngiltere’de bir süreklilik çizgisi olduğuna ve erken gelişen İngiliz kapitalizminin erken yorgun düştüğü için geri kaldığına dikkat çekiyorlar (Wood, 2007: 29). Wood, bu tezlere karşılık kapitalizm ile modernleşme arasında aşırı paralellikler kuran tezlere karşı çıkarak İngiltere’de eski kurumların hala yaşıyor olmasını kapitalizmin geriliğine değil aşırı gelişkinliğine bağlıyor (Wood, 2007: 36). Peki, nasıl?

Wood, kapitalizmin ticaretten elde edilen karlar sonucunda ortaya çıktığı varsayımına karşı çıkıyor ve kapitalizmin İtalyan şehir devletlerine göre şehirleri daha az gelişkin olan İngiltere’de ortaya çıkmasının nasıl açıklanabileceği sorusunu ortaya atıyor (Wood, 2002: 75). İngiltere’nin özgün yanı, Wood’a göre gelişkin şehirleri ya da ticaretinden önce tarımsal üretim ilişkilerinin erken bir dönemde değişmeye başlaması. Yani kapitalizmi öncesinden, yasal olarak özgür ancak üretim araçlarının mülkiyetinden tamamen dışlanmış tarım üreticisinin art – emeğine ekonomi dışı baskı aygıtlarıyla değil ekonomik yollarla el koymasıyla ayırıyoruz (Wood, 2002: 96).

İngiltere’de bu sürecin nasıl ortaya çıktığını anlamak için aristokrasi ile monarşi arasındaki ilişkilere ve güç dengelerine bakmak gerekiyor. Her şeyden önce Wood’a göre İngiltere’de devletin merkezileşmesi diğer feodal devletlerden çok önce 11. Yüzyılda Norman istilası ile başlıyor.

Barrington Moore (2012: 32) feodal güçler karşısında merkezi devletin güçlenmesinin 15. Yüzyılda Güller Savaşı olarak bilinen iç savaşta Tudor hanedanlığının feodal güçler karşısında güçlenmesiyle başladığını belirtir. Bu dönemden sonra başlayan Tudor barışı döneminde ise aristokrasinin elinden yasama güçleri ve kendilerine bağlı askeri güçleri alındı (Moore, 2012:35 ve Wood, 2012: 240. Siyasi ve askeri güçlerini kaybeden aristokrasinin elinde ise ekonomik güçlerini artırmaktan başka bir araç kalmıyor, bunun için ise tarımsal üretim tekniklerinin geliştirilmesi gerekiyor (Wood, 2002: 99).

Siyasi ve askeri gücü elinden alınan aristokrasi tarımda üretim güçlerini geliştirmek durumunda kalıyor ve kapitalizmin itici gücü artı – değerin yaratılması görüldüğü gibi ucuza alıp pahalıya satmayla elde edilen ticari faaliyetten değil, tarımsal üretimin geliştirilmesinden doğuyor. Ancak bu süreçten aristokrasinin ya da monarşinin zararlı çıkmadığı açık. Aristokrasi toprak mülkiyeti anlamında sürüyor, ancak Zagarin’in de ifade ettiği gibi soya değil paraya dayalı bir biçimde (Zagarin’den aktaran Moore, 2012:48).

Aslında bu aristokrasinin kapitalist bir sınıfa dönüşmesi sürecidir. Bu süreçte kar dürtüsüyle hareket etmeye başlayanın yalnızca aristokrasi değil, orta ve orta üst kırsal sınıflar olan gentry’ler ve yeomen de sürece ayak uydurarak rasyonel üreticiler haline geliyorlar. Ayrıca kentli burjuva sınıfı ile kurulan ticari ilişkiler ile birlikte burjuvazi de sürece dahil oluyor (Moore, 2012:61). Yani İngiltere’de kapitalistleşme süreci kimi zaman egemen sınıflar arasındaki güç savaşlarına sahne olsa da esas olarak aristokrasinin ve monarşinin uzlaştığı, ekonomik ve siyasi gücün ayrıştığı, tarımsal artı değerin önce iç sonra dış ticaretle birleştiği bir “uzlaşma” sürecini ifade ediyor. Ancak bu uzlaşmaya elbette ki alt sınıfların, küçük üreticinin güçsüz kılındığı bir süreç eşlik ediyor.

Bu sürecin siyasi yansımalarını görmek için önce Fransa’da kapitalizmin gelişiminin yukarıda çizdiğimiz tablodan ne gibi farklılıklar gösterdiğine bakmak gerekiyor.

Fransa’da Parsellenmiş İktidar ve Üçüncü Sınıfın (Tiers Etat) Etkileri

Fransa’da monarşi İngiltere’den farklı olarak hiçbir zaman aristokrasi ile monarşinin merkezi devletin gücü konusunda uzlaştığı bir aşamaya geçemedi. Fransız monarşisi rakip feodal ailelerin mücadeleleri sonucu kuruldu ve sürekli olarak bu mücadelelere tanıklık etti. 1789’a kadar Fransa’da İngiltere’deki gibi siyasi, askeri ve yargı gücünde merkezileşme sağlanamadı (Wood, 2012: 173). Yani Fransa’da çok geç tarihlere kadar (devrimden sonra dahi bir süre) köylü emeğine ekonomi dışı yöntemlerle ve vergilerle el konulmasına devam edilirken kendi askeri ve yargı gücüne sahip feodal aileler arasındaki meşruiyet kavgaları da devam etti (Wood, 2007: 45).

Burada söylediğimiz şey Fransa’ya dair oluşan genel kanıyla çelişir görünmekte. Genelde devrim öncesi Fransa’sı söz konusu olduğunda güçlü merkezi yapısından söz edilir. Bu yaygın kanıda monarşinin güçlü görüntüsünün yanında Fransız siyasi literatüründe merkeziyetçiliğe yapılan aşırı vurgunun da etkisi vardır. Ancak yine Ellen Meiksins Wood’a dönecek olursak bu aşırı vurguların güçlü merkezi yapının varlığından değil yokluğundan kaynaklandığını görürüz. Wood’a göre Fransız düşünürlerde (özellikle 16. Yüzyılda mutlakiyetçi egemenliği teorize eden Jean Bodin’de) merkeziyetçiliğe yapılan aşırı vurgu buna duyulan ihtiyaçtan kaynaklanmaktadır.

İngiltere’de yukarıda gördüğümüz gibi merkezileşme sürecine tarımsal üretimin verimlileştirilmesi eşlik ederken Fransa’da merkezileşme denemelerine patronaj dağıtımı eşlik etti (Wood, 2012: 173). Dolayısıyla merkezileşme sürecinde aristokrasiye devlet görevleri dağıtıldı, vergiler bağlandı; diğer yandan feodal güçlerin kendi toprakları üzerindeki siyasi ve yargı egemenlikleri de devam etti. Yani Fransa’da her ne kadar merkezi devlet güçlü görünse de parsellenmiş iktidar yapısı devam etti. Devletten elde ettiği görevlere yaslanan ve ekonomi dışı araçlarla köylünün gelirine el koyan Fransız aristokrasisi İngiltere’de görüldüğü bir ekonomik rasyonalizasyon sürecine girişmedi (Wood, 2002:104). Bu nedenle de kapitalist ilişkilerin gelişmesini desteklemediği gibi devrim sürecinde monarşi ile birlikte hareket etti.

Fransa’da sınıf mücadelelerinin siyasi alanı etkiler durumda kalması Fransa’da gelişen siyasi süreç üzerinde önemli etkiler bıraktı. Bununla birlikte göz önünde bulundurulması gereken diğer bir etken de Tiers Etat’nın bileşimidir. Yukarıda sözünü ettiğimiz gibi Fransa’da aristokrasinin eski rejimin (ancien regime) sürmesinde çıkarları vardı. Dolayısıyla burjuvazi devrim sürecinde aristokrasi ile İngiltere’de olduğu gibi bir uzlaşmanın hayallerini kuramazdı. Asalaklaşan aristokrasinin ve merkezi devletin tam anlamıyla yıkılması zorunluluğu Kral, Genel Meclisi (Etats Generaux) toplantıya çağırdığında açık bir biçimde ortaya çıktı. Ruhban ve aristokrasi ile anlaşamayan Tiers Etat kendini “Milli Meclis” olarak ilan etti (Tanilli, 1989: 82). Kapitalist ekonominin önünde engel olan aristokrasiye karşı burjuvazinin Tiers Etat’nın içerisinde bulunan kentli yoksullar ve köylülükle işbirliği yapmak dışında bir şansı bulunmuyordu.

Fransa’da egemen sınıfların şanssızlığı olan bu durum alt sınıfların şansıydı. 18 Brumaire’de Marx’ın belirttiği gibi bu işbirliği sayesinde Fransız Devrimi sürekli olarak yükselen bir çizgi izledi (Marx, 2007: 40). Burjuvazinin devrimi ilerletmek için alt sınıflarla işbirliği yapmak zorunda kalması Fransa’da İngiltere’dekinden çok farklı ve çok daha radikal bir siyasi kültür oluşmasını sağladı. Tanilli’nin (1989:72) belirttiği gibi “Fransızlar’daki sosyal sınıfların ayrımı ve köylüleri burjuvazi ve halktan oluşan Tiers Etat’nın aristokrasi ve ruhban karşısında tek bir katman olarak çıkması hem burjuvaziyi yoksullarla işbirliğine itiyor hem de proleterlerin öncülerini tarih sahnesine çıkarıyordu.”

Kapitalistleşme Sürecinin Farklı Yansımaları

Ne yasal eşitlik ne de evrensel oy hakkı kapitalizmin kuruluşundaki ilkelerini ihlal eder. Eğer kapitalizm, tanımı genişlemiş bir yurttaş kitlesine göre tolerans gösterecekse, o zaman yurttaşlığın değerini de azaltmalıydı ve bu değerin yeniden geri verilmesine dayanamazdı” (Wood, 2007: 230).

Yukarıda yaptığımız alıntı burjuva devrimleri sürecinde ortaya çıkan yeni yurttaşlık tanımlarını ve kapsamını çok iyi özetliyor ancak örneğin İngiltere gibi bir ülkede bu durum çok daha fazla “kitabına uygunken” Fransa’da bu pasif yurttaşlığın kapsamını zorlayan türlü denemeler yapılmıştır. İngiltere’de halkın egemenliği gibi teoriler öne atıldığında dahi söz konusu edilen genelde parlamentoya aktarılan egemenlikti. Kraliçe Elizabeth’in Fransa sefiri Sir Thomas Smith’e göre egemenlik parlamentodadır, ayrıca mülk sahibi olmayan alt katmanlar parlamentoya seçmen ya da parlamenter olarak dahil değildir, ancak mülk sahipleri onların da ortak çıkarlarını temsil ettiklerinde orada oldukları varsayılır (Wood, 2012: 243). Fransa’da ise devrim sürecinde işler mecliste yolunda gitmediği için radikal milletvekilleri halkı sokağa dökmekten çekinmemiş, bu da egemenlik hakkını parlamentoya devreden pasif yurttaşlık yerine aktif yurttaşlık bilincini geliştirmiştir, bu nedenle de devrim halkı bir nitelik kazanmıştır (Tanilli, 1989: 81). İngiltere’de benzer denemeler erken dönemlerde gündeme gelmiş ancak sokağa çıkan halkın egemen sınıflarda yarattığı korku sonucunda gelişimden yana parlamenterler dahi kralcı kampa geçmiştir (Wood, 2012: 240).

İngiltere’de parlamentonun uzun süren bir geçmişi ve bu geçmişe yaslanan bir gücü vardır. Fransa’da Genel Meclis uzun yıllar toplantıya çağrılmazken İngiltere’de parlamento aktifti ve aristokrasi ile monarşi arasındaki uzun süreli ortaklığın garantisiydi (kral parlamentoda sloganıyla somutlaşan durum). Ancak parlamentoya verilen bu önemin ve gücün diğer yanı İngiliz devrimi sırasında ortaya çıkan Eşitlikçiler gibi radikal kanatların marjinalleştirilmesi ve sahnenin dışına itilmesi olmuştur (Wood, 2012: 32). İngiliz İç Savaşı’nda parlamento ile monarşinin çatışmasının görüldüğü göz ardı edilemez, ancak burada ortaya çıkan çatışma parsellenmiş iktidarlar arasındaki çatışma değil, merkezi devletin gücünü kabul eden iki taraf arasındaki güç dengesi savaşımı biçimindeydi (Wood, 2012: 176). Ayrıca kapitalizme geçiş sürecine aristokrasinin uyum sağlamış olması kapitalizme geçişin önünde engel olarak görülen güçlerin tasfiyesi için alt katmanların sürece katılmasını gerektirmemiştir. Moore (2012: 449, İngiliz devriminde alt sınıfların yalnızca pis işleri halletmek için sahneye çağrıldığını söyler.

Burada söylenen İngiltere’de radikal siyasi ve fikri akımların ortaya çıkmadığı anlamına gelmiyor. Söylenmeye çalışılan şu: İngiltere’nin kapitalistleşme süreci egemen sınıfların uzlaşması ve radikallerin tasfiyesi ile gelişirken Fransa’da tersine egemen sınıflar arasındaki çatışmalar ve alt sınıfların sürece aktif katılımı ile mümkün olmuştur.

Bu uzlaşma sonucunda İngiltere’de egemen güçler arasında cumhuriyetçilik fikri ve monarşi karşıtlığı güçlü bir biçimde gelişmedi. Tersine cumhuriyetçi olan azınlık için bile cumhuriyetçilik, monarşi karşıtlığı anlamından çok sivil toplumculuk ve parlamentarizm anlamına geliyordu (Wood, 2012: 257). Bunun yanında İç Savaş sürecinde orduda görülen Eşitlikçiler, İngiliz Devrimi’nin en radikal kanatlarından birini temsil etmekle birlikte örneğin yaygın kanının aksine özel mülkiyete karşı değildi. Onların radikalliği halkın egemenliği fikrinin parlamentonun egemenliğinden ayırmaları ve genel oy hakkını savunmaları, dini hoşgörüden yana olmalarıydı (Wood, 2012: 260). Ancak Eşitlikçiler de İç Savaş’tan sonra Cromwell tarafından tasfiye edildi.

Fransa’da ise bundan farklı bir yol izlendi. Yalnızca aristokrasinin eski rejim (ancien regime) ile uyuşmasından değil, aynı zamanda cumhuriyete karşı çıkışından doğan gerçek bir uyuşmazlık vardı: Bu aşırı karşı çıkış sonucunda bir yandan cumhuriyetçiliğin radikal bir savunusu diğer yandan radikal karşı çıkışlar vardı (Wood, 2012: 34).

Ayrıca Fransa’da Aydınlanma düşünürlerinin devrimin ve kitlelerin radikalleşmesindeki katkıları da göz ardı edilmemeli. Fransız Devrimi’nde büyük burjuvazinin fikir babası sayılan Ansiklopedistler dahi bilgi üretimini halkı kapsayacak biçimde yürütmek durumunda kalmış, yeni tür bir “kamusal entelektüel” tipi ortaya çıkmıştır. Fransız Aydınlanmacıları için Jonathan Israel’in (aktaran Wood, 2012: 321) ayrımından yola çıkarak ifade edersek geçmişle her türlü uzlaşmayı reddeden, dinsel inançların her biçimini küçümseyen ve cumhuriyetçi fikirleri benimseyen radikal aydınlanmacılar denebilir. Fransız Aydınlanmacıları Kant’ın Aydınlanma’yı “kendi aklını kullanma iradesi” olarak tanımlaması ile paralel biçimde tanımladılar ve siyasi mücadeleye tercüme ettiler (Russ, 2012: 15). Bunun karşısında İngiltere’de egemen olan Locke ve Newton’un aydınlanması daha uzlaşmacıdır ve geçmişler bağları muhafaza etmek ister.

Sonuç

Burada bir yazının kapsamına sığması zor bir konuyu ele aldığımızın ve kapsamlı bir analizin uzağında olduğumuzun farkındayız. Ancak bu iki ülkenin tarihsel gelişimine bakarak ulaştığımız sonuçların bazı kanılara varmak için yeterli olduğunu düşünüyoruz.

Kapitalizm ve demokrasi, kapitalizm ve laiklik, kapitalizm ve cumhuriyet arasında doğrudan ilişkiler kuran ve demokrasinin, laikliğin ve cumhuriyetin ortaya çıktığı uzun süreci basitçe burjuvazinin icraatlarına indirgeyen bir bakış açısına karşılık bu değerlerin sınıf mücadelesi ile iç içe geçmişliğine yeniden vurgu yapmak gerekiyor. Kapitalizm ile modernizm ya da Aydınlanma arasında ilişkisellik olduğu inkar edilemez. Ancak bu ilişkiselliğin bu kadar doğrudan tanımlanmasının ve farklı pratiklerin göz ardı edilmesiyle yaratılan “ultra-sol” söylemlerin sol mücadeleye yararından çok zararı vardır. Bu nedenle Türkiye’de laikliğin yakıcı gündemlerin başına oturduğu bu süreçte Aydınlanmanın, cumhuriyet mirasının ve devrimlerin kazanımlarının nasıl elde edildiğini hatırlamakta fayda var. İngiltere örneği nasıl ki modernizasyonun ve demokrasinin biçimsel boyutlarıyla da kapitalizmin yaşayacağını gösteriyorsa, Fransa cumhuriyetin ve laikliğin “bize” ait olduğunu tekrar hatırlamamızı sağlıyor.

Kaynakça

  • Çulhaoğlu, Metin (2011), “Kapitalizm ve Demokrasi: İlişki ve İlişkisizlikler Üzerine Bir Deneme”, Praksis 10, Ankara, ss. 93-103.
  • Hobsbawm, E. J.(1994), “The Industrial Revolution”, The Age Of Revolution 1789-1848, London: Abacus.
  • Marx, Karl (2007), Louis Bonaparte’ın 18 Brumaire’i, Ankara: Sol Yayınları.
  • Moore, Barrington Jr. (2012), Diktatörlüğün ve Demokrasinin Toplumsal Kökenleri, Ankara: İmge Kitabevi
  • Russ, Jacqueline (2012), “18. Yüzyıl Fransız Felsefesi”, Aklın Zaferi içinde, İstanbul: İletişim Yayınları, ss. 11-21.
  • Soboul, Albert (1977), A Short History of The French Revolution 1789-1799, Berkeley: University of California Press.
  • Tanilli, Server (1989), Dünyayı Değiştiren On Yıl, İstanbul: Say Yayınları.
  • Wood, Ellen Meiksins (2012), Özgürlük ve Mülkiyet: Rönesans’tan Aydınlanmaya Batı Siyasi Düşüncesinin Toplumsal Tarihi.
  • Wood, Ellen Meiksins (2003), Kapitalizm Demokrasiye Karşı: Tarihsel Maddeciliğin Yeniden Yorumlanması, İstanbul: İletişim Yayınları.
  • Wood, Ellen Meiksins (2007), Kapitalizmin Arkaik Kültürü: Eski Rejimler ve Modern Devletler Üstüne Tarihsel Bir Deneme, İstanbul: Yordam Kitap.
  • Wood, Ellen Meiksins (2002), “Commerce or Capitalism?”, “The Agrarian Origin of Capitalism”, The Origin of Capitalism, London: Verso Publicatioın, pp. 73-125.