Üniversiteli bir genç ile üniversiteye girmemiş/girememiş bir gencin “aydınlaşma” ve bilinç düzeyi arasındaki fark geçmişe göre azalırken, politikleşme nedenlerinin fazlaca benzerlik gösterdiğini tespit edebiliyoruz. Bilgiye erişimin kolaylaştığı, üniversite yıllarında işçileşen genç sayısının arttığı ve üniversitelerin bilim ve aydınlanma yuvaları olmaktan çıkıp iktidarın arka bahçesi haline geldiği AKP’li yıllarda ise gençliğin tüm bölmelerinin hayatın her alanında bir kader ortaklığı yaşadığını söyleyebiliriz.
2013 Haziran’ına dair yazılabilecek pek çok konunun tüketildiği bir dönemden geçiyoruz. Bu nedenle bu yazıda, bir çeşit Haziran güzellemesi ya da o güzel günleri anılaştırma çabasından ziyade direnişin önümüzdeki döneme devrettiğini düşündüğümüz kimi noktalara değineceğiz.
Genç İsyancıların İsyanı
Direniş, gençliğin büyük bir kesimini harekete geçirdi. Toplumun en umutsuz dönemlerinde bile hareketlilik gösteren öğrenci gençlik dışında diğer gençlik kesimlerinin de yoğun katılım göstermesi, Haziran direnişini gençlik mücadelesi başlığında tekrar ele almayı gerekli kılıyor. Sadece gençleri değil toplumu ayağa kalkmaya iten genel faktörleri sayacak olursak:
- AKP karşıtlığı
- Gündelik yaşama yapılan müdahaleler
- Cumhuriyete ve onun değerlerine yapılan saldırılar
En genel haliyle bu faktörler toplumun geniş kesimlerinin sokağa çıkmasına, hayatında eline taş almayan insanların barikat kurmakta ustalaşmasına ve bu toprakların görmüş olduğu en büyük halk ayaklanmasına sebep olacak olaylar zincirini yarattı.
Gençlik açısından bakıldığında neredeyse tüm gençlik kesimlerinin direnişe katıldığını söyleyebiliyoruz. Peki, barikatta bir araya gelenler uzun soluklu bir mücadelede yan yana gelebilir mi? Gençlik mücadelesi söz konusu olduğunda, Haziran direnişinin bu soruyu yıllar sonra tekrar gündeme getirdiği ortada.
Üniversiteli ve Mahalleli Gençler Yan Yana Gelebilir mi?
Haziran direnişinin öne çıkan kesimlerinden biri de mahalleli gençlerdi. Özellikle İstanbul’da direnişin çok sayıda yerellikte yankı bulmasında gençlerin özel bir rolü vardı. Direniş döneminde yapılan eylemlerin çoğunda mahallelerin gençleri doğal önderler konumuna geldi. Ancak bahsedilen bu dinamizm park forumları döneminde gözden kaybolmaya, forumların da etkisini kaybetmesiyle tümüyle unutulmaya başladı.
Devrimci özneler de mahallelerdeki gençlik dinamizmini kapsayacak ve ileriye taşıyacak araçlar geliştirmekte yetersiz kaldı. Durum, sadece gençlik alanı için böyle değildi. Türkiye sosyalist hareketinin 80 sonrasına damgasını vuran önderlikleri direnişin ardından hiçbir şey olmamış gibi devam etme, dolayısıyla Gezi’yi bir çeşit anomali sayma eğilimindeydi.
Mahallelerdeki gençlik dinamizminin mücadeleye nasıl taşınacağı sorusu ise bugün de önümüzde durmaya devam ediyor. Öncelikle şunu söyleyelim: Yukarıda belirttiğimiz eksikliklere karşın sıfırdan başlamıyoruz. Belirli yerelliklerde, büyük ölçüde gençlik dinamizmiyle bağ kurmakta ısrar eden kadroların çabalarıyla Haziran sonrasında da önemli bir deneyim oluşturuldu. FKF’li gençler de bu deneyimlerin büyük bir bölümünde öncü bir rol üstlendi. Önümüzdeki dönemde atılacak adımlarda bu tarz deneyimlerden elde edilen birikimin önemli bir faydası olacak.
Bununla birlikte, mahallelerdeki gençlik potansiyelini layıkıyla ele almak için yerelliklerde edinilen birikimlerin ötesine geçen bir bakış açısında da ihtiyaç duyuyoruz.
Tasnif Değişikliğine Duyulan İhtiyaç
Başlangıç noktası olarak, sosyalist hareketin bugüne kadar gençlik hareketi tartışmalarına bakarken kullandığı ve bizim de katıldığımız kimi tezleri sıralamak gerekiyor.
Sosyalistler gençlik alanını ele alırken özel olarak öğrenci gençlik mücadelesine vurgu yaparlar. Bunun nedeni, işçi, işsiz ve köylü gençlerin sınıfsal konumlarından bağımsız ele alınamayacağı, dolayısıyla bu kapsamda (öğrenci gençlik) ele alınması gerektiği tespitidir.
Öğrenci gençlik üzerine yapılan analizler ise temel olarak öğrenci gençliğin ‘aydınlaşma potansiyeli’ ya da onun ‘yarı-aydın karakteri’ üzerine inşa edilir. Bahsettiğimiz aydınlaşma potansiyelinin kaynağında ise öğrenci gençliğin “üretim ilişkilerinin dışında konumlanması” ve toplumdaki ideolojik üretim merkezlerine yakınlık yatar.
Fakat gelinen noktada gençliği kategorik olarak ayırmakta işe yarayan bu tespitler siyasallaşma, harekete geçme, bilinçlenme gibi konularda katkılara ihtiyaç duyuyor.
90’lı yılların ortasından itibaren üniversitelerin ticarileşmesi, bilginin metalaşması ve buna eşlik eden geniş bir öğrenci toplamının bir yandan okurken bir yandan çalışmak durumunda kalması süreçlerinin öğrenci gençlik hareketinde yarattığı sarsıntı da yukarıda çizilen tablodan kaynaklıdır. Bahsettiğimiz dönemde, üniversitelerin ideoloji üretiminde üstlendiği rol, örneğin medyaya kıyasla gerilemiş, bu durumla eşzamanlı olarak üniversitenin ve gençliğin yapısındaki değişimler de öğrenci gençliğin aydın karakteri üzerinde ciddi bir tahribat yaratmıştır. 96 süreci sonrasında öğrenci gençlik hareketinde yaşanan kimlik krizinin nedenlerinden biri de devrimci gençlik hareketlerinin değişen gençlik ve üniversiteli profilini sağlıklı ele alamaması buna bağlı olarak da müdahalede yetersiz kalmasıdır.
Üniversiteli bir genç ile üniversiteye girmemiş/girememiş bir gencin “aydınlaşma” ve bilinç düzeyi arasındaki fark geçmişe göre azalırken, politikleşme nedenlerinin fazlaca benzerlik gösterdiğini tespit edebiliyoruz. Bilgiye erişimin kolaylaştığı, üniversite yıllarında işçileşen genç sayısının arttığı ve üniversitelerin bilim ve aydınlanma yuvaları olmaktan çıkıp iktidarın arka bahçesi haline geldiği AKP’li yıllarda ise gençliğin tüm bölmelerinin hayatın her alanında bir kader ortaklığı yaşadığını söyleyebiliriz.
Gençliğe istediği şekli vermeyen AKP’nin onu çürütmekten başka bir planının olmaması bu kader ortaklığını pekiştirdi. Çürüme, Türkiye’de aydın damarını zayıflatsa da dertleri ortak, düşmanı ortak, politikleşememe sorunu yaşayan fakat çürütme hamlelerinin doğrudan siyaset eliyle gündelik yaşama yapılması dolayısıyla depolitize edilemeyen bir genç kuşak yarattı.
AKP, çürümenin yarattığı tahribata güvenerek gençlik alanında özgüvenli hamleler yapsa da ortaya çıkabilecek direnci hesaplamakta başarısız oldu. AKP’nin ilk yıllarında siyasetten uzak kalmanın en rahat yol olduğunu düşünen gençlik, gündelik yaşama yapılan doğrudan hamlelerle her seferinde kendisini siyasetin merkezinde buluyordu.
Hamlenin muhatabı, geçmişte olduğu kadar kitlesel olmasa da arkasında önemli bir aydın desteği görmese de üniversitelerde ve liselerde bir direnç hattı oluşturdu. Direnç hattının zayıflığı, toplumsal planda pek karşılık bulmaması gibi veriler, AKP’yi daha da pervasızlaştırmış ve gençliği gözden çıkaran bir hükümet yaratmıştı.
AKP’nin zorlamalarına karşı oluşturulan direnç, öğrenci gençlik hareketinin yeniden kimlik kazanarak toparlanma sürecine girmesine neden oldu. ODTÜ’de pik noktasına çıkan bu sürecin bizim açımızdan en önemli kazanımlarından biri FKF’nin yeniden ayağa kaldırılmasıdır. İddiasızlaştırılan, geleceksizleştirilen, güvencesizleştirilen gençler memlekete dair iddialarını ve gelecek tahayyüllerini yeniden yaratıyor, bunu yaparken gücünü geçmişin abartılı hikayelerinden değil yaşadığı süreçten alıyordu.
Bununla birlikte, bahsettiğimiz yeniden kimlik kazanma sürecinde öğrenci hareketinin gelenekselleşmiş merkezleri olan İstanbul Üniversitesi ve Ankara Üniversitesi’nden çok ODTÜ, İTÜ gibi görece ‘elit’ sayılabilecek alanların da öne çıktığı görülmelidir. 90’ların ortasında hızlanan dönüşümün en çok etkilediği alanlar olan kitle üniversitelerinde ise dönüşümün yarattığı yeni olanaklar kendini göstermeye başlıyordu. YGS eylemleri, ODTÜ süreci ve Haziran direnişi öğrenci gençlikte önemli bir deneyim ve kimlik yaratmıştı.
Kader Ortaklığı
Mahalleli gençlikte gözlenen dönüşüm ise tam tersi yöndedir. Büyük ölçüde çalışma hayatına girememiş gençlerin oluşturduğu bu toplam ile üniversiteli gençlik arasındaki makas yıllar içerisinde kapanmaktadır. Tablo henüz iki grubun iç içe geçeceği bir model için elverişli olmasa da mahalleli ve üniversiteli gençliğin yan yana gelmesinin olanakları artmıştır.
Makasın kapanmasının öğrenci gençlik kısmındaki nedenlerine değindik. Mahalleli gençler bölmesinde aradaki mesafeyi azaltan iki temel nedenden bahsedebiliriz.
Mahalleli gençlik olarak tanımladığımız bölmede, aileyle ekonomik bağları koparma yaşı giderek artıyor. Bu durum, işsiz mahalleli gençlerin sınıfsal bir pozisyon üzerinden kimlik geliştirmesini zorlaştırırken kendi konumunu “çalışma hayatının dışında” görmesini kolaylaştırıyor. Sigortalı bir iş bulduğunda ailesi kadar sevinmeyen ve iki ay sonra ‘iş bırakan’, köşe başında arkadaşlarıyla vakit geçirmeyi para kazanmaya tercih eden, dünyası mahallesi olan ve bu dünyadan her şeye bakan bir tipoloji ortaya çıkıyor.
İkinci olarak, internetin ve sosyal medyanın yaygınlaşmasıyla beraber mahalleli gençler bilgiye erişim konusunda artık daha az dezavantaja sahip. Akıllı telefon çağının yarattığı bilgi bombardımanı oldukça sağlıksız olsa da mahalleli gençlerin bilgiye erişimini kolaylaştırması açısından önemli bir faktör. Bunun yanında Türkiye’de üniversitelerin bir şov konusu olması dolayısıyla herhangi bir nitelik gözetmeden açılan onlarca yeni üniversite, özellikle bu gençlik kesiminin üniversiteli olmasını da kolaylaştırıyor. Çoğunluğu açıköğretim ya da iki yıllık üniversite okuma imkanı yakalayan mahalle gençliği, kendisine yeni insanlar tanıtmaktan daha fazla bir şey katmayan bu üniversitelere kolayca yerleşip yüzeysel bir yükseköğrenim görebiliyor.
Gelinen noktada kategorik olarak birbirinden kolayca ayırabileceğimiz, belli başlı farklılıkları öz itibariyle bünyelerinde barındırsa da hem mahalle hem de öğrenci gençliğin birden fazla ortak noktası olduğu reddedilemez bir gerçek. İşin içine Türkiye’nin yaşadığı köklü dönüşümleri de kattığımızda bu durum kendini daha net bir biçimde gösteriyor. 12 Eylül’ün karanlığını birebir yaşamamış fakat bu karanlığa doğmuş, neoliberal saldırıların siyaseten muhatabı olmamış fakat siyasal aklı bu saldırının izleriyle şekillenmiş, sosyalizmin tarihsel yenilgisini tatmamış fakat yenilginin tüm dezavantajlarını iliğine kadar hissetmiş, son olarak da iktidar deyince aklına AKP’den başkasın gelmeyen bir garip kuşak bugünün Türkiye’sinde geleceğini aramaktadır. Öğrencisiyle mahallelisiyle…
Birlikte Mücadele, Ama Nasıl?
Birlikte mücadelenin alanı ve araçları burada kritik bir önem taşıyor. Daha önemlisi de ortak bir gençlik kimliğinin yaratılmasına duyulan ihtiyaç. Bugün devrimcilerin görevi üniversiteli bir genç ile mahalleli işçi-işsiz bir gencin neden birlikte mücadele edemeyeceğini teorize etmek değil, net bir şekilde gözlemlenen ve birlikte sokağa çıkmaya yarayan fakat daha ötesine gidemeyen ortak noktaları ilerletmek olduğu çok açık.
Haziran barikatlarında; üniversiteli, beyaz yakalı, liseli, işçi, işsiz gençleri bir araya getiren siyasal sebepler ortadan kalkmış değil. Bu siyasal sebeplerin tek başına bu gençlik kesimlerini uzun soluklu bir mücadelenin parçası haline getiremediği de açık. O halde tüm bu gençlik kesimlerinin kendisini ait hissedebileceği bir kimlik inşası en acil ihtiyaç olarak karşımızda duruyor. Bu kimlik şüphesiz, AKP karşıtlığı mayasıyla yoğurulmalı fakat aynı zamanda ortak bir hedefi de içermeli. Bu hedef şimdiden bakıldığında gerçeklik barındırmayan fakat düşünüldüğünde içimizi ısıtan hülyalı bir hedef olmamalı. Bugünün gerçekliğine oturan ve bu gerçeklikten beslenen, somut örnekler ortaya koyan ve ruhunu Geziden alan bir hedefin karşılık bulacağını tahmin etmek zor değil.
Haziran direnişinde dayanışmayı öğrenen gençlik, mahallelerde dayanışma dershaneleri kurarak dayanışmanın 15 günlük bir park faaliyeti olmadığını, hayatın her alanında bir karşılığı olduğunu herkese göstermeli.
Gezide laikliği savunan gençlik, mahallesinde imamhatipeşmeyle, kuran kurslarının yarattığı kirlilikle baş etmeyi öğrenmeli. İnsanların çocuklarını kuran kurslarına gönderirken duyduğu güvenin daha fazlasını kurduğu dayanışma ağlarıyla sağlanmalı.
Haziran’da sanatını mücadeleyle birleştirmeyi öğrenen gençlik, mahallelerde karanlığın üstüne halklaşan bir sanat anlayışıyla gidebilmeli.
Ortak alanın mahalleler olduğu açık. Fakat ortak alanın mahalleler olması, üniversite öğrencilerinin kendi alanlarındaki mücadeleyi bırakıp mahallelere odaklanması olarak algılanmamalı.
Yukarıda bahsedilen ve örneklerle çoğaltılabilecek faaliyetlerin tamamı geçmişte denenmiş olabilir. Ancak bu faaliyetler, birleşik bir gençlik kimliğinin mayası olarak düşünülmeli. Ya da tüm bu faaliyetleri yıllardır süregeldiği gibi üniversite öğrencilerinin “halka inme” faaliyeti olarak yapmak tekrar denenebilir. Fakat faaliyetlerde birikim ve süreklilik elde etmenin yolu mahalle gençliğini bu faaliyetlerin öznesi haline getirmekten geçiyor. Dönem dönem köye gelen çerçi* muamelesi görüp bununla kendini rahatlatan bir gençlik hareketi, yeni bir ülke kurmaktan oldukça uzak olacaktır. Bugün birlikte mücadelenin zemini vardır ve bu zemin AKP’nin yeniden tek başına iktidar olup bir kabus gibi ülkenin başına çöktüğü bir uğrakta zorlanmayı, ileriye taşınmayı hak etmektedir.
Yukarıda bahsettiğimiz tablo, öğrenci gençlik ile mahallelerde yoğunlaşan gençlik potansiyelinin zaman zaman yan yana getirilebileceğini ve birbirine enerji taşıyabileceğini de göstermektedir. Bu iki dinamik, hala kendi özgünlüklerini korumakta ve iki ayrı alan olmayı sürdürmektedir. Bu nedenler bahsettiğimiz bir tür “aynılaşma”dan ziyade, aradaki açının daralıp ortak bir kimliğin inşa edilmesidir. Bu nedenle, önümüzdeki dönemde gençlik hareketine bakarken bu alanların özgünlüklerini görmezden gelen bir perspektif ne kadar yetersiz kalacaksa, aradaki açının daralmasının yarattığı olanakları gözden kaçıran bir tarzın da etkisiz kalacağı bilinmelidir.
*Çerçi, kent merkezine uzak yerleşim yerlerinde, o yerleşim bölgesinde yaşayan insanların ihtiyaç duyduğu eşyaları haftanın belirli günlerinde temin eden seyyar satıcıdır.