Yüz elli yıldan daha uzun bir süreyi kapsayacak şekilde Ortadoğu; siyasal krizlerin, işgallerin ve savaşların coğrafyası olmuştur. Ortadoğu modernleşmesini etkileyen faktörlerin hemen hemen hepsinin kökeninde bu yüz elli yıllık parçalı süreç bulunur. Her ne kadar 19. ve 20. yüzyılda modern ve seküler hareketlerin önemli siyasi aktörler olduğu bir bölge olsa da günümüzde radikal İslam’ın yükseldiği ve coğrafyasında kaosun hakim olduğu gerçeği, Ortadoğu’nun hepten gericiliğe mahkum olduğu yanılsamasına neden oluyor. Bu nedenle, 19. ve 20. yüzyılda Osmanlı, İngiltere ve Fransa gibi ülkelerin Ortadoğu modernleşmesine etkilerinden başlayarak 1. Dünya Savaşı ve sonrasında Ortadoğu’da modern siyasal hareketlerin temel noktaları üzerinde durmak daha sonraki hareketleri anlamak açısından gereklidir. Bununla beraber II. Dünya Savaşı’na giden süreç ve sonrasında Ortadoğu’da oluşan Nasırcılık ve Baasçılık gibi güçlü ideolojiler ile birlikte yüz elli yıllık Ortadoğu modernleşme tarihi, önemli bir yer tutuyor konumuzda.
Osmanlı Modernleşmesi, İşgaller, Reformlar ve Ortadoğu
19. yüzyıl sonları ve 20. yüzyıl başlarında Avrupa ülkeleri ile Osmanlı’nın çekişme alanı haline gelen Ortadoğu’ya, bu dönemde dünyada yaşanan değişimler İngiltere-Fransa-Osmanlı üzerinden yansır. Bu sebeple bu dönemi bu üç ülke üzerinden de okumak doğru olacaktır.
Ortadoğu siyasal hareketlerinin iki noktada Osmanlı modernleşmesi ile ilişkisi bulunduğunu söyleyebiliriz. Birinci nokta Osmanlı modernleşme hamlelerinin doğrudan coğrafyaya yansıması, ikinci nokta ise 20. yüzyıl Arap milliyetçiliğinin oluşumunda Osmanlı’nın etkisi şeklindedir.
Tanzimat dönemi ile birlikte Osmanlı merkezinde başlayan reform hareketlerinin Ortadoğu’ya etkisi, 1908 Devrimi kadar etkili olmadı. Bu noktayı göz önünde tutarak 1908 Devrimi’ne odaklanmak gerekir. 1908 tarihinde “Suriye’de Hristiyanlar ve Müslümanlar, hatta papazlar ve mollalar kutlamalarda birbirlerine yarenlik etmişlerdi. Yazıcılar yeni bir özgürlük, eşitlik ve dostluk çağını selamlıyorlardı.”1 Bu durum sadece bir coşkuyu değil, beraberinde örgütlenme düşüncesini de getirdi. 2 Eylül 1908’de düzenlenen Arap halkı toplantısında İha el-Arabi el-Osmani (Arap – Osmanlı kardeşliği) örgütü, İttihatçı ilkelere bağlı olarak kurulur ve bu örgütlenme Suriye, Lübnan ve Ürdün coğrafyasında karşılık bulur. Bu örgüt her ne kadar Arap kökenli kişiler tarafından kurulmuş olsa da Araplara özgü bir yan taşımaktan ziyade İttihatçıların Osmanlı merkezinde yaptığı dönüşümleri doğrusal bir hamleyle Arap coğrafyasına taşımayı hedefliyordu. Bu bağlamda Arap – Osmanlı kardeşlik cemiyeti İmparatorlukla birlikten yanaydı ve ayrılıkçı bir yan taşımıyordu. İttihatçılığın Balkan Savaşları’ndan sonra yaşadığı dönüşüm ve derneğin kapatılmasıyla birlikte Arap halklarında ayrı bir ulus olma düşüncesi yerleşmeye başlar, bunun sonucu olarak, bu tarihten itibaren kurulan derneklerin merkezine ulusçuluk düşüncesi yerleşir. Avrupa merkezli kurulan ve 1908 yılında örgütlenmelerden farklı bir yan taşıyan Edebiyatçılar Kulübü ve bu kulüp içinden doğan Genç Araplar Derneği, ulusal bağımsızlık mücadelesi verilmesi ve bunun için bütün Arap halkının ve örgütlerinin birleştirilmesini savunuyorlardı. İttihat etkisinden kopan ve kendi ideolojik zeminlerini oluşturmaya başlayan bu hareketler kuruluşları ve talepleri ile seküler, ulusçu bir yan taşıdılar. 20. Yüzyıla kadar Ortadoğu’da önemli bir rol oynamayan Arap milliyetçiliği2, bu dönemle birlikte önemli bir siyasal hat olmaya başladı. Bu örgütlenmelerin dışında, Osmanlı ile eşit düzlemde Osmanlı – Arap İmparatorluğunu savunan El Ahd (Akit)3 gibi monarşi yanlısı gruplar da bulunmaktaydı fakat Arap coğrafyasında özel bir etki alanları oluşamadı.
Osmanlı sınırları içinde kalan ülkelerde bunlar yaşanırken İngiltere ve Fransa nüfuzunun arttığı ülkelerde de modernleşme çabaları bulunmaktaydı. Osmanlı hakimiyeti altından çıkan ülkelerde, reform hareketleri ve siyasal oluşumların ortaya çıkması hemen hemen Osmanlı modernleşme çabaları ile aynı zamana denk gelir.
Mısır ve Tunus, önce bölge hanedanlıkları altında özerk yönetimler, sonrasında ise Avrupa emperyalizmi tarafından işgalleri sebebiyle özgül bir durumu barındırır. İşgallerden önce de bu coğrafyada tıpkı Osmanlı’da II. Mahmut döneminde olduğu gibi yöneticiler eliyle kimi reform çabaları oldu. Bu reform çabalarının temelinde yatan şey, devlet yapılanmasındaki bozuklukları değiştirmekti. Ancak reform hareketlerinin hız kazanması işgallerden sonraki döneme denk gelmektedir. Bonapart’ın Mısır’ı işgali bu dönemden sonraki siyasal ve toplumsal reformları da etkileyecektir. Said Paşa’nın Mısır’da köleliği yasaklaması, toprak reformuna giderek mevcut toprak örgütlenmesini bozması4 (Osmanlı tipi büyük tımar topraklarından küçük ve özel mülkiyete dayalı toprak yönetimine geçilmesi) ve devlet yönetiminde Avrupa tipi alt meclisleri oluşturmasının kökleri de buraya dayanır. 19. yüzyıl sonlarına gelindiğinde Mısır, Tunus ve Cezayir gibi ülkelerde modern okullar açılmış, devlet kurumları ve orduda “modernleşme” gibi hamleler yapılmıştı. Ordunun Ortadoğu coğrafyasında devletin temel yapı taşlarından biri olarak kabul edilmesi sebebiyle, devletin örgütlenmesinin bozulması ordunun başarısızlığı ile anlamlandırılmış ve ordunun modernleşmesi birinci sıraya yazılmıştır. Daha sonra görüleceği üzere, Ortadoğu’da modern siyasal hareketlerin hemen hemen hepsi, ordu subayları tarafından kurulur. Bu hamlelerin hepsi İngiliz ve Fransız yönetimlerine bağlı yöneticilerin eliyle gerçekleşti. Bütün bunlarla birlikte bu ülkelerin özgüllüğü sadece buradan kaynaklanmamakta, Ortadoğu coğrafyasında her ulusal hareketin oluşumu kendi hakimleri ile verdikleri mücadele ile bağlantılıydı. Bu anlamda Mısır ulusçuluğu oluştuğunda Britanya işgalini sınırlandırmak ya da bu işgale son vermeye dönük bir girişim olarak yükseldi ve Arap, Müslüman veya Osmanlı içeriğinden çok Mısırlı bir içeriğe sahip oldu.5 Cezayir ve Tunus örneklerini de buradan değerlendirmek gerekir. Ortadoğu’nun bu kısmında bunlar yaşanırken İran’da 1921 hareketi ve Şah Rıza ile birlikte reformlar gerçekleşiyor, din adamlarının yetkileri daraltılıyordu. Ancak İran’daki durum monarşinin el değiştirmesi ile ilgiliydi.
Ortadoğu’ya bütün bu anlatılanlar çerçevesinde baktığımızda, modern ve ulusal hareketlerin kökeninde bağımsızlık ve anti-emperyalizmin önemli bir yer tuttuğunu söyleyebiliriz. Suriye ve Irak reform derneklerinde olduğu gibi kimi oluşumlar Arap bağımsızlığını emperyalistler ve Osmanlı arasındaki çelişkilerde emperyalizm tarafında kalmak ile arasalar da genel yaklaşım, bağımsızlık için emperyalist merkezlerin karşısında durmak şeklinde oldu. Milliyetçiliğin gelişim noktalarını buraya oturturken Ortadoğu’da laikliğin kökenlerini milliyetçiliğin gelişiminde aramak gerekir. Tek başına İslam üzerinden bağlanma noktası taşıyan İslamcılık yerine, ulus ve etnik köken vurgusunun gelmesi6 laikleşmenin adımlarını oluşturdu. Bu dönem ortaya çıkan milliyetçilik düşüncesinin sahibi genellikle Avrupa’da eğitim görmüş kişiler olmuş ve milliyetçi düşüncenin kitleselliğini modern okullardan yetişen kişiler oluşturmuştur. Ortadoğu’da laik düşüncenin milliyetçilikte aranmasının bir diğer nedeni ise hakim sınıfın İslamcılık üzerinden eski devlet yapısını savunmasıyla ilgilidir. Hanedan ve kabile üyeleri iktidarlarını dinsel meşruluk üzerine kurarlar ve toplumsal bağı İslamcılık üzerinden yaratırlar. Bu anlamda milliyetçiliğin, ulusal bilincin yaratılmaya başlanması ve İslam öncesi kökenlere yönelmesiyle laik bir yan taşıdığı söylenebilir. Mısır’da Hızb İlmani (Laik Parti), İngiliz egemenliğine ve monarşiye karşı mücadele etmek amacıyla kurulan ve politik programına laikliği yerleştiren ilk hareket oldu. 28 Şubat 1922’de Mısır’ın şartlı bağımsızlığı7 sonucunda Hür Subaylar hareketine kadar bu ülkede mücadele tam bağımsızlık ve laik anayasacı mücadele hattına taşınır. Sadece Mısır’da değil, I. Dünya Savaşı’ndan sonra İngiltere ve Fransa’nın manda yönetimi haline gelen Suriye, Irak, Filistin, Ürdün gibi ülkelerde de mücadele bu hatta oturmaya başlar.
Birinci Dünya Savaşı’nın bitimi ve Ortadoğu’nun yeniden şekillenmeye başladığı dönemde ortaya çıkan siyasal hareketler, ortak bir özelliği taşımaktaydı. Bu dönem “ulusçuluğu genelde sekülerist idi, farklı okul ve inançlardan gelen kişileri kucaklayabilecek bir bağa, devlet ve toplumun çıkarlarını temel alan bir siyasete inanıyordu ve anayasacıydı. Ulusun idaresinin seçilmiş meclislere karşı sorumlu olan seçilmiş hükümetlerle ifade edilmesini savunuyordu.”8 II. Dünya Savaşı’na kadar olan süreçte Ortadoğu’ya damga vuran siyasal atmosferin ana mücadele başlığını burası oluşturdu.
Ortadoğu’da Bağımsızlık Hareketleri ve İlerici Güçler
Arap ulusçuluğunun ve modernleşmesinin ortaya çıktığı 19. ve 20. yüzyılın ilk haline göre olgunlaştığı ve yeni bir evreye girdiği dönem olarak, Ortadoğu’da siyasal sınırların değiştiği, I. Dünya Savaşı’ndan II. Dünya Savaşı’na giden süreçte ve savaşın ardından ortaya çıkan yeni siyasal gelişmelerde aramak gerekir. Bu yeni evrenin sebepleri : 1) Ortadoğu’da Osmanlı etkisinin, I. Dünya Savaşı ile birlikte ortadan tamamen kalkması 2) Dünya konjonktürüne Sovyetler Birliği faktörünün eklenmesi 3) Fransız ve İngiliz emperyalizminin gücünün kırılmaya başlaması 4) İsrail Devleti’ni kuracak faktörlerin ortaya çıkması şeklinde sıralanabilir.
Suriye, Lübnan ve Irak gibi Osmanlı’ya bağlı bölgelerin manda yönetimlerine girmesiyle birlikte Osmanlı, İngiltere – Fransa çekişmesine göre konum alan milliyetçi hareketler de doğrudan anti-emperyalist bir tutum içerisine girmeye başlarlar ve II. Dünya Savaşı’na giden süreçte eskisinden kopan yeni siyasal aktörler ortaya çıkar. Bununla birlikte Mısır, Tunus ve Cezayir gibi ülkelerin mücadele hattı, tam bağımsızlık zeminine oturmaya başlayarak farklı ideolojik akımlardan etkilenen siyasal hareketler güç kazanmaya başlar. Bir diğer faktör olarak ise Sovyetlerin yeni bir siyasal aktör olarak Ortadoğu’da söz söylemeye başlaması ve buraya yönelik siyaset geliştirmesini saymamız gerekir. II. Dünya Savaşı’ndan sonra Avrupa’da ortaya çıkan siyasal kriz ve Amerika’nın güçlü bir emperyalist devlet olarak bölgede devreye girmesiyle, Ortadoğu’ya hakim olan İngiliz ve Fransız Devletlerinin güç kaybederek fiziki anlamda bölgeden çekilmesiyle ortaya çıkan siyasal boşluklar da önemli bir hale gelir. Bütün bu faktörler Arap ulusçuluğunun güç kazanmasına sebep olurken İsrail Devleti’nin 1948’de kurulmasıyla birlikte, Arap birliği fikrinin güçlenmesi sonucunu doğurmuş ve bir dönem sonra ortaya çıkacak Nasır ve Baas hareketlerinin ideolojik kökenlerini oluşturmuştu.
Ortadoğu’da Yeni Bir Dönem: Nasır ve Baas Hareketleri
II. Dünya Savaşı sırasında ve sonrasında Ortadoğu’da yaşanan krizlere seçenek sunacak olan temelde iki hareket ortaya çıktı. Bugünkü Ortadoğu’yu şekillendirecek olan hareketler ise bunlar oldu. Bu sebepledir ki, Nasırcılık ve Baasçılık olarak bilinen bu hareketler Ortadoğu modernleşmesinde özel olarak incelenmek zorundadır.
1922’de şartlı bağımsızlık kazanmasıyla monarşi ile yönetilmeye başlanan Mısır’da, Hür Subaylar yönetimi ele alana kadar bu süreç devam eder. 1952 yılında yönetimin askerler tarafından ele geçirilmesiyle birlikte Mısır’da ve hatta Ortadoğu’da bir dönem kapanmaya başlar. Buraya bir parantez açıp daha sonra Suriye ve Irak örneğinde de göreceğimiz gibi ordu subaylarının Ortadoğu modernleşmesinde önemli bir rol oynadıklarını9 not etmek gerekiyor. Yönetimin ele geçirilmesiyle birlikte 1953 yılında Cumhuriyet ilan edilir fakat Mısır’ın siyasal hattının oluşumu Cemal Abdül Nasır Hüseyin’in iktidarı tamamen ele almasıyla başlar. Sonraları adı ile anılacak siyasal hattı tanımlayacak üç tane temek başlık bulunur. Bunlar; Pan-Arapçılık, aktif tarafsızlık ve Arap sosyalizmidir. Nasırcılıkta bu üç düşüncenin oluşmasının nedeni İngiltere ve monarşiye karşı verilen mücadeledir. İngiltere’ye karşı uzun yollar verilen mücadele, Nasır siyasetini başka bir siyasi hat olan Sovyetler Birliği’ne yaklaştırarak sosyalizmle bağ kurmasına sebep olur. Bu bağ kurulurken bağımsızlık hattının yükseltilmesi noktası ise aktif tarafsızlık ve Pan-Arapçılık düşüncesi ile olacaktır.
Mısır Cumhuriyeti’nin kurulmasının ardından yönetimin temel mücadele başlıkları arasında İngiltere’nin ülke üzerindeki hakimiyetini kırmak yer aldı. Bu mücadele başlığında Nasır, Sovyetler ve İngiltere arasındaki çekişmeleri kullanarak Arap coğrafyasında önemli bir figür haline geldi. Bağımsızlık için verilen mücadelenin yanı sıra Arap ülkelerinin I. Dünya Savaşı’nda çizilen yapay sınırları sona erdirerek birleşik bir Arap Devleti kurma noktası, Nasır hareketinin bir diğer siyasi aracı oldu. Nasır’ın aktif tarafsızlık ilkesi ise, coğrafyanın kaderinin bölgenin halkları tarafından çizilmesi gerektiği savunarak gerek Amerikan – İngiliz emperyalizmi gerekse Sovyetlerle eşit düzlemle bir ilişki kurmayı hedeflemekteydi. Buna ek olarak, iki kutuplu dünyada Arap ülkelerinin kendi siyasi hattını oluşturmasını savunan aktif tarafsızlık ilkesi, Mısır dış siyasetinin ana belirleyeni haline gelir. Arap sosyalizmi ise temelinde Arap halkının refahını hedefleyen, daha fazla ülkenin büyük gelir kaynaklarının millileştirilmesini savunan ve bölgesel özgünlükleri içerisinde barındıran bir örgütlenme olarak kendini gösterir. Arap sosyalizminin bu formda ortaya çıkmasının temel nedeni, Arap kaynaklarının çok uzun süre emperyalist şirketler tarafından sömürülmesidir. Nasır ve Baas hareketinde ortaya çıkan sosyalizm kavramının, ülke kaynaklarının şirketlerden alınarak devletleştirilmesi olarak algılanması yanlış olmaz.
1962 yılında büyük bir gürültüyle yayınlanan Ulusal Bildirge’de üç temel hat şu şekilde yer alır: “… Arap bilincinin hakiki ifadesi bu hedefler özgürlük, sosyalizm ve birliktir… Günümüzde özgürlük, ülkenin ve yurttaşların özgür olması anlamına gelir. Sosyalizm hem bir araç hem de bir sonuç olarak adaleti sağlar. Birliğin yolu, halkı tek bir ulusun doğal düzenini yeniden kurmaya çağırmaktan geçer.”10 Yine aynı bildirgede ulusal meclisteki sandalyelerin yarısı işçi ve köylülere ayrılır. Millileştirilen şirketlerin yönetim kuruluna işçiler yerleşir. Mısır tarihinde ilk defa bakanlık koltuğuna bir işçi ve bir kadın getirilir.11 Ulusal Bildirge ile bu gelişmeler olurken Mısır’da komünist örgütlenmelere karşı mücadele veriliyordu. Bu mücadelenin temel sebebi komünistler eliyle Sovyetler’in, Mısır iç siyasetinde etkili hale gelmesinin korkusudur. Nasır kendi iktidarını Ulusal Bildirge’deki hamlelerle Sovyetler’e yakınlaştırırken yine kendi iktidarını korumak için Sovyet yanlısı partileri de tasfiye ediyordu.
Bunların yanı sıra Mısır’da ulusal vurgu artarken İslam vurgusundan tamamen vazgeçilmesine rağmen, ülkede İslam vurgusu ulus kimliğinden daha geride kalır ve Nasır yönetimi ile İslam arasındaki ilişki, İslam üzerine hakimiyet kurmaktan öteye gitmez. Nasır yönetiminin İslam konusundaki bu hattı, İslamcı örgütlerin emperyalistlerle işbirliği yaptığı ve bu alanın boş bırakılmaması zeminine dayanıyordu. Buraya dayanarak Nasırcılık, İslam’ı kendi hareketi içerisinde eritecek hamlelerde bulunuyordu. Mısır bir iç dönüşüme giderken Arap ülkelerinin temsilcisi olma noktasına doğru da ilerliyordu. Konuyu dağıtmamak adına dış politikada birkaç önemli noktaya değinmekle yetineceğim. Filistin mücadelesinde önemli bir aktör olması ve kendisini laik, demokratik ve birleşik bir Filistin mücadelecisi olarak tanımlayan Filistin Halk Kurtuluş Cephesi’nin kurulmasında en önemli siyasal temsilci Mısır oldu. Bu mücadelede Mısır, Arap topraklarının işgal edildiğini ve savunulması gerektiği fikrini güçlendiriyordu. Yine Yemen’de ortaya çıkan iç savaşa aktif müdahale ederek 1962 Yemen Devrimi’nde Cumhuriyetçilerin yanında yer aldı. Ve son olarak başarısızlıkla sonuçlansa da Baas Partisi ile birlikte oluşturdukları Birleşik Arap Cumhuriyeti deneyimi ile birlikte bölgeyi şekillendirecek bir aktör oldu. Nasır hareketi dış siyasette izlediği politikada emperyalist merkezlerle karşı karşıya gelerek bölgedeki ilerici güçleri destekledi ve bu güçleri kendisine yaklaştırdı. Nasır dış siyasetini aktif tarafsızlık ilkesi ve Arap birliği fikri oluşturdu. Nasırcılık, Arap Birliği fikri ile Ortadoğu’da bütün gelişmelerde Arapların ortak konum alması gerektiğini savunur, aktif tarafsızlık ilkesi ile de bölgedeki bütün siyasal gelişmelerde söz sahibi olma hakkını kendinde görür. Nasır bölgedeki İslamcı güçlerin karşısında cumhuriyetçi güçleri destekleyerek kendi hattını güçlendirmeyi ve bölgede dış siyasetin etkisini düşürmeyi hedeflerdi.
Nasır’ın iktidarında bunlar yaşanırken bölgede önemli bir diğer aktör olan Baas Partisi ve Suriye’ye de bakmak gerekir. Suriye Fransa’dan bağımsızlığını ancak 1946 senesinde kazanabildi. Bağımsızlığın kazanılmasına kadar olan süreçte Suriye’de milliyetçiler, komünist ve sosyalist partiler varken Müslüman Kardeşler gibi İslamcı oluşumlar da yer almaktaydı. Baas Partisi’nin ortaya çıkışı da bu döneme denk gelmektedir. Kuruluşundan iktidarı alana kadar olan zaman zarfında hatta iktidarı aldıktan sonraki süreçte de çeşitli dönüşümler yaşayan Baas hareketi, 1942 yılında Mişel Eflak ve Salah Bitar öncülüğünde kuruldu.
Baas’ı kuruluşunda taşıyan üç temel kavram bulunur. Bunlar birlik, özgürlük ve sosyalizmdir. Nasır’da olduğu gibi Baas hareketinde de Arap coğrafyasının birleşik bir devlette sosyalizm temellerinde, özgür olarak birleşmesi vurgusu vardır. Mişel Eflak’ın yazılarında sosyalizm üzerine yapılan bütün vurgularda ise adalet ve büyük sermayenin millileştirilmesi bulunur. Bu nedenledir ki, Baas’ın sosyalizm kavramının karşılığını Arap sosyalizmi oluşturur. Bernard Lewis gibi Ortadoğu tarihçileri, Baas’ın milliyetçiliğini Nazizm’e benzetseler de Baas ideolojisi, faşizm ve Nazi Sosyalizmini şiddetle reddederek bu iki akımın bazı ırkların diğerleri üzerindeki üstünlüğü adına sömürgeciliğe izin verdiğine inanır. Baas Partisi milliyetçiliğinde, sosyalist bir sistem eşliğinde laik ve birleşik Arap toplumu tezahürü bulunur. Kuruluşunda bu noktaları vurgulayan Baas Partisi siyasal arenada varlığını Ekrem Hurani’nin Arap Sosyalist Partisi ile 1953 senesinde buluşmasından sonra kazanır ve partinin ismi Arap Baas Sosyalist Partisi olarak değişir. Bu birleşimin yegane sebebi ise Edip Çiçekli yönetimine olan muhalefet olmuştur. Bu süreçte 1954 yılında yapılan seçimlerde Baas Partisi 22 sandalye12 alarak meclise girer ve Suriye siyasetinde önemli bir noktaya gelerek sonrasında Mısır ile olan Birleşik Arap Cumhuriyeti deneyiminde önemli bir aktör olur. Mısır’ın bölgede aktif güç haline gelmeye başlaması ile birlikte bölgede bazı hatlar belirginleşmeye başlıyordu. Bağdat Paktı’nın imzalanması sonucunda ise Ortadoğu’da Sovyetlere karşı İran – Irak – Türkiye hattı kurulurken Mısır ve Suriye bu pakta katılan ülkeleri İsrail ve emperyalizm yanlısı olmakla suçlayarak başka bir hattı örmeye çalışıyorlardı. Bu hat bölgede tekrar emperyalistlerin hakimiyetinin oluşmamasını içeriyordu. Birleşik Arap Cumhuriyeti’nin kurulmasında böyle bir etken de vardır ve Baas Partisi böylesi bir dönemeçte önemli bir yer tutar. Birleşmenin hemen ardından Irak ve Ürdün arasında (iki ülkede de monarşi hakimdi) Arap Federasyonu’nun kurulması ise bu hattın keskinliğini gösterir. Bu tarihte coğrafyadaki ayrımlar Sovyetler ve Amerika arasındaki çekişme ve Baas – Nasır çizgisi ile monarşi arasındaki mücadelelerle belirleniyordu. Baas – Nasır çizgisi emperyalistlere karşı Sovyetler’e, Irak – Ürdün ve İslamcı gruplar gibi monarşi çizgisi ise kendi iktidarlarını korumak için emperyalistlere yaklaşıyordu. Irak’ta 1958 yılında monarşi bir darbe ile devrildi fakat Irak, Arap Birliği’ne dahil olmadı. Irak Baas Hareketi bu tarihten itibaren mücadelesini Abdülkerim Kasım yönetimine karşı vermeye başladı. Bütün bu süreçler yaşanırken Birleşik Arap Cumhuriyeti’nin Suriye’ye zarar verdiğini savunan bir grup ayrılıkçı, bir darbe ile birliğe son verdiler. Bu zamandan sonra Baas Partisi’nin iktidarı alması Suriye ve Irak’ta darbeyle 1963 yılında gerçekleşti.
Suriye’de Baas Partisi’nin ideolojisinde sorgulamalar ve değişimler görülmeye başlanmasıyla parti içinde gelenekselciler, Marksistler ve milliyetçiler olmak üzere üç farklı kanat ortaya çıkar. Bu üç hattın ortaya çıkması ise tamamen dünya siyasetindeki değişimlerle bağlantılıydı sosyalist hareketlerin dünyada gücünü arttırması Baas içinde Marksistlerin ortaya çıkmasına sebep olur. Ayrıca Sovyetler’in Ortadoğu’ya fazla müdahale etmesini bir tehdit olarak görenlerse milliyetçi kanadı oluştururlar. Bugünkü Suriye, 1966 parti içi tasfiyeler ile birlikte kurucu kadroların gönderilerek partinin ilericiler ve milliyetçiler olarak ikiye ayrılmasından sonra 1970 yılında yapılan darbede milliyetçilerin kazanarak partiyi yeniden şekillendirmelerinden sonra oluşmuştur. Irak’ta ise 1963 yılında Baas’ın iktidarı almasından dokuz ay sonra Nasır yanlısı bir albay olan Abdülselam Arif iktidarı alır. Baas’ın sağ kanadını oluşturan El Bekir ve Saddam Hüseyin 1968’de bir darbe ile iktidarı alırlar ve bugünkü Irak’ın temellerini oluştururlar. Baas’ın dönüşümü ve Ortadoğu siyasetine bu tarihten sonraki etkileri başka bir yazıyı gerektirir.
Nasır ve Baas hareketleri iki kutuplu dünyada siyasal iktidarı alan hareketler oldular. Bu nokta dikkate alındığında, oluşturdukları siyasal hat ve ideolojinin Soğuk Savaş döneminin ürünü olarak doğduğu görülür. İngiltere ve Fransa işgallerinin uzun yıllardır coğrafyada etkili olması ve dünyada başka bir siyasal hattın ortaya çıkmasıyla birlikte Ortadoğu devletleri yeni çıkan siyasal harekete daha yakın durdular. Bu sebepledir ki ilk dönem oluşan Arap ulusçuluğu fikrinde bağımsızlık, laiklik gibi düşünceler olmasına rağmen II. Dünya Savaşı sonrasındaki Arap milliyetçiliğinde, yeniden yorumlanan bir sosyalizm düşüncesi de yer almaktadır. Emperyalistlere ve bölge monarşilerine karşı verilen mücadele bu dönemde Ortadoğu’da ilerici güçlerin sosyalist bloğa yaklaşmasına sebep olurken kendi iktidarlarını koruma istekleri ise bu blok dışında üçüncü bir hat oluşturmalarını sağladı. Nasır ve Baas hareketinin özgünlüğü hem buradan hem de iktidarı uzun süre tutmalarından kaynaklanır. İktidarları ellerinde tuttukları süre boyunca farklı dönüşümlere uğrarlar. Bu dönüşümlerdeki temel faktör dış siyaset etkisidir. Başarısız birlik denemeleri bu iki hareketin de kendi sınırları içerisine dönmesine sebep olur ve bütün Arap ülkelerinin birliği noktasından kendi ülkelerinde iktidarı koruma noktasına çekilirler. 1970 yılında Nasır’ın ölümü yine aynı yıl Suriye Baas’ında milliyetçilerin kazanması ve Irak’ta Saddam Hüseyin’in iktidara gelmesi ile birlikte Ortadoğu’da başka bir dönüşüm başlayacaktır. Bu tarihten itibaren Ortadoğu’yu şekillendiren siyasal gelişmeler değişmeye başlar ve Ortadoğu’da başka bir dönem açılır. Nasır ve Baas iktidarlarının değişmeye başlaması, Ortadoğu’da başka bir dönemi açmaya başlar ve bu dönem özel olarak başka bir incelemeyi gerektirir.
Son Söz
Ortadoğu’da verilen aydınlanma mücadelesi, emperyalizm ve kutsal politikaların gölgesinde ilerledi. Modernleşme hamleleri ve yeni siyasal hareketler, bütün konumlarını emperyalizm ve dinsellik olgusu üzerine aldılar. Ortadoğu modernleşmesinin dönüşümünü üç temel bölümde ele almak gerekir: 19. – 20. yüzyıl tarihlerinde ilk evresine giren modernleşme hamleleri, II. Dünya savaşı sonrasında değişen dünyayla bağlantılı olarak başka bir evreye girmesi, Nasır ve Baas hareketlerinin dönüşümü ile başlayan ve Sovyetler’in çözülmesine kadar olan süreç. Bugün Ortadoğu’da yaşananlar, bu üç temel evrede oluşan devlet yapılarının değişimi olarak algılanmalıdır. Emperyalizmin müdahalesinin sınırlı kaldığı devlet oluşumlarının, değişen emperyalist sisteme entegresinin bir aracı olarak bölgede ilerici güçler tasfiye edilerek, İslamcı siyaset yükseltildi. Son olarak, bugün bölgede yaşananların kökenini, bütün bu sebeplerden dolayı Ortadoğu modernleşmesinde aramak gerekir.
Dipnot
- Borisoviç Lutsky, Arap Ülkelerinin Yakın Tarihi 16. Yüzyıldan 20. Yüzyıla, s. 308
- Arthur Goldschmidt Jr, Lawrence Davidson, Kısa Ortadoğu Tarihi s. 249
- Arthur Goldschmidt Jr, Lawrence Davidson, Kısa Ortadoğu Tarihi s.279
- Borisoviç Lutsky, Arap Ülkelerinin Yakın Tarihi 16. Yüzyıldan 20. Yüzyıla, s. 152
- Albert Hourani, Arap Halkları Tarihi, s. 365
- Arthur Goldschmidt Jr, Lawrence Davidson, Kısa Ortadoğu Tarihi s. 451
- T.D.V. İslam Ansiklopedisi Cilt 29 s. 571 Hilal Görgün
- Albert Hourani, Arap Halkları Tarihi, s. 401
- Arthur Goldschmidt Jr, Lawrence Davidson, Kısa Ortadoğu Tarihi s. 328
- Meşru El Mithak, Enformasyon Bakanlığı, Kahire Aktaran: Albert Hourani
- Arthur Goldschmidt Jr, Lawrence Davidson, Kısa Ortadoğu Tarihi s. 423
- Sabahattin Şen, Ortadoğu’da İdeolojik Bunalım Suriye Baas Partisi ve İdeolojisi, s. 1944