Devrimler Çağı Açılırken: 1789 Fransız Devrimi

Yüz kırkı yıldan fazla zamandır siyasete fiilen müdahale etmemiş olan Fransa halkı, aristokrasi ve ruhban sınıfının ülkeyi yönetirken göz ardı ettiği bir özne haline gelmişti. Halkın uzun süredir siyasal anlamda pasif konumda oluşu, onun kolay kolay siyaset alanına geri dönemeyeceği algısını uyandırmıştı. Öyle ki, artık Fransa soyluları ve din adamları, halka ağır vergi yükleri getiren yasal düzenlemeler yaparken bile lafı dolandırma ihtiyacı duymuyorlardı.*

Fransız tarihçi Tocqueville’e göre, 18. yüzyılın ikinci yarısında Fransa’da aristokrasinin mutlak otoritesi ve denetlenemez oluşu geniş halk kesimlerinin öfkesini gittikçe büyütüyordu. Dönemsel tanımı gereği içinde kent soyluların, küçük burjuvazinin ve köylülerin de bulunduğu “halk katmanı”, uzun zamandır monarşiye karşı enerji biriktiriyordu. “Halkın uzun zamandır siyasete doğrudan müdahil olmaması”, “halkın bir süredir enerji biriktirmesi” gibi ifadeler Haziran direnişini yaşamış olanlar için yabancı değil. Bu yakınlığı Fransız Devrimi ve Haziran direnişinin siyasal taleplerinin özgürlük, eşitlik ve laiklik gibi kimi başlıklarda ortaklıklar taşımasıyla açıklamak mümkün. Dolayısıyla Fransız Devrimi, yalnızca incelenmesi gereken önemli bir tarihsel kırılma değil, aynı zamanda güncel mücadeleyi beslemesi için dersler çıkarılması gereken büyük bir deneyimdir.

Fransız Devrimi, yalnızca devrim sürecinin özgün içeriğiyle değil, devrimden sonraki birçok tarihsel kırılmayı da etkileyen “evrensel” niteliğiyle de incelenmeyi fazlasıyla hak eden bir olay. Yarattığı deneyim ve birikimle 19. ve 20. yüzyıllarda gerçekleşen tüm devrimlere farklı oranlarda etki eden Fransız Devrimi’nin, Türkiye’deki “devrimci geleneği” de derinden etkilediğini söylemek mümkün. Dolayısıyla bugün Türkiye’de mücadele eden devrimcilerin 1908 Devrimi’nden Haziran direnişine kadar kendi tarihlerindeki devrimler ve toplumsal kalkışmalara dair sağlıklı çözümlemeler yapabilmeleri için Fransız Devrimi’ni de kavramış olmaları bir gerekliliktir.

Fransız Devrimi, aydınlanma dönemi filozoflarının düşünsel üretimlerinin belli oranlarda somutlandığı bir tarihsel uğrak olması sebebiyle de büyük önem taşır. Devrim’in tarihsel olarak ilişkilendirildiği cumhuriyet ve laiklik kavramlarının devrim sürecinde ne ifade ettiğini anlamak ve devrim sürecini daha iyi kavrayabilmek için öncelikle devrimi ortaya çıkaran koşulları incelemek yararlı olacaktır.

Devrime Zemin Hazırlayan Koşullar

Fransa’da, Ancien Regime olarak adlandırılan 1515-1789 arası dönemin son kralı olan XVI. Louis, henüz 20 yaşındayken tahta çıkmıştı. Bu dönem boyunca feodal üretim ilişkilerinin de etkisiyle toplum üç ana katmana ayrılmıştı. Birincisi Fransa aristokrasisi ve soylular, ikincisi kilise çevresi ve din adamları, üçüncüsü ise Fransa nüfusunun en geniş kısmını oluşturan ve içinde küçük burjuvaziyi de bulunduran halk katmanı.

18. Yüzyılda Fransa halkının yüzde seksenini oluşturan köylülüğün genel durumunun, iç açıcı olmaktan çok uzak olduğunu söyleyebiliriz. Feodalizmin getirdiği, kiliseye ve krala ödenen ağır vergiler köylüleri iyice sıkıntılı bir duruma düşürüyordu. Devrimin hemen öncesinde Fransa’da yaşanan kuraklık, kırsal bölgelerdeki huzursuzluğu iyice artırmıştı. Bununla birlikte Amerika’da, Britanya İmparatorluğu’na karşı yapılan 7 yıl savaşları, ardından yine Amerika’daki Bağımsızlık Savaşı’na Britanya aleyhinde destek verilmesi, Fransa krallığının mali harcamalarını fazlasıyla artırmıştı. Öyle ki, Marksist tarihçi Hobsbawm, Fransız Devrimi’nin sebebinin doğrudan doğruya Amerikan Devrimi olduğunu söyler. Hobsbawm’ın sunduğu verilere göre 1788’de Versailles’in harcamaları toplam borçların yüzde altısını, Amerikan Bağımsızlık Savaşı sırasında hızla yükselen savaş harcamaları ile borç faizlerinin toplamı ise toplam borçların yüzde yetmiş beşini oluşturuyordu.**

Devrimin siyasal ve ideolojik kökenlerini ise Montesquieu, Rousseau, Voltaire ve Diderot gibi Aydınlanma dönemi filozoflarının eserlerinde bulmak mümkün. 1789 öncesi dönemde Fransa’da hangi aydın veya siyasetçinin cumhuriyet üzerine ne söylediğini incelemeden önce, dönemin Fransa’sında “cumhuriyet” kavramının hangi anlamda kullanıldığına bakmak gerek. Bunun için şu alıntıyla başlayalım:

Fransa’da XV. yüzyıldan itibaren ‘topluluk’ ve ‘devlet’ sözcükleri ile eşanlamlı kullanılmaya başlanan cumhuriyet sözcüğü, XVIII. yüzyıla gelindiğinde ‘monarşiyi dışlayan belli bir yönetim biçimi’ anlamını da kazanır.”1

Aydınlanma dönemi Fransa’sında, cumhuriyet sözcüğü monarşiyi dışlayan bir anlam taşımakla birlikte onu bütünüyle ortadan kaldırmayı gerektiren bir rejim olarak algılanmamaktaydı. Yaygın algının aksine, Fransız Devrimi katıksız bir cumhuriyet talebinin bir ürünü olarak da ortaya çıkmamıştır. Hatta devrimin en ateşli savunucularından ve önderlerinden Robespierre bile, 1789 öncesinde, Aydınlanma dönemi düşünürlerinden de etkilenerek cumhuriyet rejiminin dönemin Fransa’sı için uygun olmadığını öne sürmüştür. Dönemin aydınları ve siyasetçileri arasında yaygın olan temel düşünce, cumhuriyet rejiminin bir tür “siyasal erdemlilik” ve “siyasal olgunluk” gerektirdiğiydi. Dolayısıyla cumhuriyet ancak eski Yunan şehir devletleri benzeri toplumlarda veya Amerika gibi daha önceden siyasal olgunluğa sahip bir toplumun yaşadığı bir coğrafyada kurulabilir ve işleyebilirdi.

Özetlemek gerekirse, Fransa’da cumhuriyet talebinin 1791’deki Varennes olayına kadar toplumsal bir karşılığı olmadığı biliniyor. Fransa halkı ve devrimi yapan kadroların cumhuriyeti bir alternatif olarak görmemelerinin temel sebebi ise böylesine köklü bir rejim değişikliğinin çok büyük “siyasal erdemler” gerektirdiğini düşünmeleri. Bununla birlikte halk arasında yaygın bir cumhuriyet karşıtlığından söz etmek de mümkün değil, aksine cumhuriyet rejimi gerçek olamayacak kadar kusursuz ve değerli sayılıyor. Uzun bir dönem toplumun neredeyse “ütopik” olarak nitelediği bir rejimin, ülkedeki siyasal kırılmalar ve kralın yetkilerinin elinden alınması sonucu kısa süre içinde halkın temel taleplerinden biri haline dönüşmesi son derece dikkat çekici.

Monarşi Gerilemeye Başlıyor

19. Yüzyılın ikinci yarısında damga vuran finansal krize bir türlü çözüm bulamayan Fransa kralı XVI. Louis, 1789’da feodal dönemin ağır vergileri altında ezilen geniş köylü nüfusun tepkisinden çekindiği için soylulardan alınan vergilerin artırılmasını, böylece krallığın borçlarının bir kısmının kapatılmasını önerdi. Fakat Fransa aristokrasisi bu teklifi kabul etmedi ve krala 175 yıldır toplanmamış olan, Fransa’daki üç ana toplumsal katmanın temsilcilerinin buluştuğu meclis olan Etats-Generaux’nun toplanması için çağrı yapmasını “tavsiye etti”. Krizi kolay yoldan çözemeyeceğini anlayan XVI. Louis, 1789 yılında Etats-Generaux’nün toplanması için çağrı yaptı. Bu toplantıda din adamları ve aristokratların temsilcilerinin toplam sayısı ile 24 milyonluk Fransa’nın 23 buçuk milyonluk kısmını oluşturan halkın temsilci sayısının eşit olması mecliste bir meşruiyet krizi yarattı. Bunun üzerine halk Etats-Generaux’den çekilerek Paris’teki bir tenis kortunda Milli Meclisi topladı. Kralın meclisin toplanmasını engelleme çabalarına karşın bir süre sonra, Etats-Generaux’den ayrılan aristokrat ve din adamı temsilcileri de Milli Meclise katılmaya başladı.

Kuruluşundan itibaren Milli Meclis’in, yoksul Fransa halkının, köylülerin ve küçük burjuvazinin temsiliyetini elinde bulundurduğunu görüyoruz. Bununla birlikte, kralın iktidarının sürdürülemez olduğunu fark etmeye başlayan soyluların ve din adamlarının bir bölümünün de Milli Meclis’e dahil olmaları, monarşinin fiilen kan kaybetmesini, meşruluğunu yitirmesini sağlamıştı. Milli Meclis dönemi boyunca monarşiye karşı elde edilen kazanımlar, devrim sürecinde öncü konumda olacak olan burjuvazinin elini güçlendirmişti.

Devrim Süreci

10 Temmuz günü halktan olan seçmenler bir burjuva muhafız kuvveti kurulmasını talep ettiler, her tanınmış eli silah tutan 200 yurttaş Paris milis teşkilatı olarak birleşecekti. Bu muhafızlar sadece krala ve askeri aşırılıklara değil, diğer tehlikeli sayılan sosyal gruplara karşı da önlem alacaktı.

11 Temmuz 1789’da kral, dönemin Maliye Bakanı Necker’ı görevinden alırken gelir sahipleri ve maliyeciler bunu bir iflas tehdidi olarak görüyordu. Camille Desmoulins halka ayaklanma çağrısı yapıyordu. Halk silahlanmak için yağmaya başladı.

Silah bulmak için Invalides’e doğru yürüyüşe geçen halk silahları ele geçirdikten sonra dönemin nefret objesi hakine gelmiş Bastille Hapishanesine 14 Temmuz 1789’da saldırıya geçti. Hapishaneyi koruyan askerlerin ve hapishanede yatan mahkumların sayısı çok azdı, bu nedenle bu saldırı sembolik bir önem taşısa da kitlelerin devrimci bir ayaklanmaya başlamasını sağlayan büyük bir kıvılcım oldu. Hapishaneden çıkanlarla birlikte halk, burjuvazi ile birlikte krala ve soylulara karşı şanlı bir zafer kazanmış oluyordu. 14 Temmuz, sembolik bi savaş olarak feodalizme karşı büyük bir zaferdi.

Paris burjuvazisi halkın kazandığı zaferden faydalandı ve başkentin idaresini ele geçirdi. Geri çekilmekte olan kral sadece Necker’ı eski görevine geri almakla kalmadı, 17 Temmuz’da Versailles’daki sarayından Paris’e gitmeye de razı oldu. Bu, Bastille Ayaklanması’nın sonuçlarını kabul etmek anlamına geliyordu. Bundan sonra 14 Temmuz burjuvazi için özgürlüğün sembolü ve feodalizmin de sonu anlamına gelmekteydi.

İnsan ve Yurttaş Hakları Bildirisi

Haklar Bildirisi bütün yurttaşların feodal haklara karşı kazanımlarını ifade ederken aynı zamanda burjuvazinin meşruiyetinin güçlendirilmesi için de önemli bir noktadır. Bu haklarla birlikte resmi olarak aristokratlar haklarını kaybetmişlerdir ve burjuva zaferinin mihenk taşlarından biri daha yerine oturmuştur. Bütün halklara seslenir gibi görünen bildiri, burjuvazinin damgasını taşımaktadır. Hürriyetperver ve mülk sahibi Kurucu Meclis üyeleri tarafından kaleme alınan bu eserde kadınlar ve siyahiler için ifade edilen herhangi bir başlık olmamakla birlikte çeşitli kısıtlamalar da vardır.

Kurucu Meclis’in üyeleri bildiride, bütün insanların eşit olduğunu ilan eder ama eşitliği sosyal faydaya bağlar, eşitlik kesin olarak vergi ve kamu karşısında söz konusudur, servetten gelen eşitsizliğe dair hiçbir değişiklik yapılmamıştır, mülkiyet hakkı insanın doğal ve hiçbir zaman kaybolmayan hakkı olurken hiçbir şeye sahip olmayan geniş halk kesimini Meclis hiç umursamaz ve her yurttaşın özgürce konuşmasına izin verilirken bazı hallerde Meclis kendine kötü kullanımla cezalandırma yetkisi tanımaktadır.2

Fransa’nın sosyal değişimini gerçekleştirmeye çalışan Kurucu Meclis burjuvazinin çıkarları için birçok ilkesini de çiğniyordu. 22 Aralık 1789 tarihli kanunla seçim hakkı varlıklılara tanınmıştı. Yurttaşlar üç kategoriye ayrılmıştı: Aktif, pasif ve yasama meclisi üyesi yurttaşlar. Bu ayrımın sebebi mülkiyet ve varlıktı. Pasif yurttaşlar seçim hakkından yoksundu, kendi şahıs, hürriyet ve mülklerini koruma haklarına sahip olsalar dahi kamusal olarak iktidar oluşturmaya hakları yoktu. Aktif yurttaşlarsa belirli bir vergi karşılığında vekilleri, yargıçları ve il idare teşkilatlarını oluşturan üyeleri seçebiliyorlardı. Yasama meclisi üyeleriyse artık para aristokrasisinin bir parçasıydılar. Artık hiyerarşik olarak bir üstünlük ölçütü para olmuştu. Yasama meclisi üyeleri diğer yurttaşlardan belirgin bir miktarda daha fazla vergi veren yurttaşlardan oluşuyordu. Bu ayrıma 22 Ekim 1789 tarihli toplantısında Robespierre itirazda bulundu:

Bütün vatandaşların bütün temsil derecelerine katılmak iddiasında bulunmaya hakları vardır. Çıkardığınız Haklar Bildirisi’ne bundan daha uygun bir şey olamaz. Çünkü, bu bildiri her türlü imtiyazı, her türlü ayrımı, her türlü istisnayı ortadan kaldırmaktadır. Anayasa, hakimiyetin halkı vücuda getiren fertlerde olduğunu söyler. Şu halde, her kişi kanunun hazırlanmasına ve kendisine ait olan kamu işlerinin idaresine katılmaya hakkı vardır. Bu yapılmadıkça, her insanın vatandaş olduğu sözü doğru değildir.”3

5 Ekim 1789’da Paris pazarlarında birleşmeye başlayan kadınlar ekmek kıtlığı ve ekonomik şartlar yüzünden Hotel de Villee’ye yürürler. Ayrıca kadınlar o esnada Haklar Bildirisi’nin yayınlatılmasına uğraşılırken bildiri için Ulusal Meclisi basarlar ve yayınlanmasına ön ayak olurlar. Marie Antoinette’in o “ekmek bulamazlarsa pasta yesinler” sözü bu sürece tekabül etmektedir. Şehir yetkililerinden tatmin edici yanıtlar alamayan kadınlar Versailles’a yürürler ve 6 Ekim’de Versailles’dan Paris’e, Milli Meclis’in açılışına giderler.

Olayların büyümesiyle birlikte “Büyük Korku” denilen dönem açılmış, aristokratlar ülkeden kaçmaya başlamışlardır. XVI. Louis de 20 Haziran 1791 gecesi uşak kılığına girerek Tuileries Sarayı’ndan kaçar, niyeti Belçika ve Hollanda’daki Avusturya ordusuna geçmek ve ardından Paris’e gelip meclisi dağıtmak, kulüpleri kapatmak ve mutlak iktidarı almaktır. Fakat Varenned köyünde yakalanır ve geri gönderilir. Toplum, kralın kaçış ve yakalanış sürecinden fazlaca etkilenmiştir.

Yaşanan gelişmelerle birlikte Danton bir soruşturma komisyonu kurulmasını talep eder fakat bu talep yerine getirilmez. Bu süreç, yoksulluğun somut olarak çok yakıcı bir hal alması ve aristokratların siyasi ve sosyal durumun kötüye gitmesi için yaratılan komplolarla devam etmiştir. 1789 Temmuz’undan itibaren burjuvazi, devrimci eylemleri istikrara kavuşturmak, yığınların kendiliğinden hareketliliğini kontrol altına almak ve kendi yararına kanalize etmekle uğraştı.

Jakobenler olarak bilinen devrimci burjuvazi, devrimin akışı boyunca gelişen ve 1793/94 yıllarında kristalleşen öğretilerinin içeriğine başvurmak yerine, yığınların devrimci enerjisini bir hedefe yönelterek siyasete etki etme yoluna gitti. Temel topluluk, kendine bağlama ve yazışmalar yoluyla tüm ülkeye dağılmış olan yurtseverleri birleştiriyor, geniş bir topluluk ağı oluşturuyor ve yan kulüpleri teşvik ediyordu. Bu iki yöntemle Jakobenler, politik çekirdeği örgüt şemalarında birleştirdiler ve içinde tüm kulüplerin eylemlerini koordine ettikleri adeta bir parti iskelesi kurdular. Camille Desmoulins, 14 Temmuz 1791 tarihli “Fransa ve Brabant Devrimleri” ( Les Revolutions de France et de Brabant) adlı eserinde şöyle der: “Jakoben kulübü yan topluluklarla yazışarak 83 ilin tüm köşe bucağına ulaşıyor. Kulüp, devrimci hareketin canlı gücünü oluşturuyor.”4

Burjuvazinin Gericileşmesi

Milli Meclis’in ardından kurulan Yasama Meclisi, silah taşımayı bir burjuva ayrıcalığı haline getirdi. Ulusal Muhafız Alayı’na sadece aktif vatandaşlar girebilecekti. Yurttaş Haklarında ifade edildiği gibi burjuvazi kendi çıkarlarına uygun yasaları düzenliyor, kendini krala ve kralcılara karşı korumak yerine öfkeli halkın gücünü kontrol etmeye çalışıyordu. “Sorun, zafer kazanmış burjuvazinin hakimiyetini garantiye alma sorunuydu. Ulusal Muhafız Alayı ve federasyonlar, kulüpler ve dernekler, bölgeler ve seksiyonlar, hepsi anlamlarını sadece toplumsal karakterleriyle kazanan kurumlardı. Devrimci burjuvazi, halkta ortaya çıkan tükenmez enerjilerin dizginsiz etkide bulunmalarına müsaade edemezdi. O elinden geldiğince bu enerjiyi suni sembolü olan 89’un sahte görüntüsü altında kendi çıkarlarına doğru kanalize etti.”5

Bu esnada kral meşruti monarşiye razı olsa da eski toplum düzenini istiyor ve özellikle feodal dönem ayrıcalıklarının korunmasını talep ediyordu. Bölümün başında belirtildiği gibi Milli Meclis, kendisini 9 Temmuz 1789’da Yasama Meclisi ilan etmişti. Feodalizm, kurumsal ve hukuksal boyutlarını 14 Temmuz’dan sonra kaybetmiş olsa da ekonomik alanda varlığını hala sürdürüyordu.

14 Haziran 1791 tarihli “Le Chapelier Kanunu”, birlik ve dernek özgürlüğünü tanırken işçilerin örgütlenme özgürlüğünü ve grevi yasaklamıştı. Yani toplumsal olarak eşit bireyler soyutlaması üzerine kurulu olan liberalizm, gerçekte sadece zenginlerin ve mülk sahiplerinin çıkarına hizmet etmişti.

Büyük burjuvazi ile aristokrasinin ortak egemenliğini sağlamış olan 1688 İngiltere Devrimi’nin örnek alındığı siyasal uzlaşma, ilk defa 1789’da aristokrasiye dayalı olarak bir soylular kamarası için ve aynı şekilde mutlak kralcı bir veto hakkı için monarşistler tarafından önerilmişti.

Barnave’ın 15 Temmuz 1791’de yaptığı konuşma karşı devrimcileri uyarıyordu: Devrimi bitirmek mi istiyoruz, yoksa bir defa daha ona başlamak mı istiyoruz? (…) Bir adım fazlası bize kötülük ve suç yükleyecektir. Özgürlük yolunda bir adım daha ileri gitmek krallığın parçalanmasıdır, eşitlik yolunda bir adım daha ileri gitmekse mülkiyetin parçalanmasıdır.”6

Jirondenler (Girondins) olarak bilinen sağcı ve “ılımlı” cumhuriyetçilerin kararsız siyasetleri ise onları halkla ittifak kurmaya itmişti. Ancak bu ittifak halkın burjuvazinin gösterdiği hedeflere yönelmesi kaydıyla kurulmuştu. Burjuvazinin temsilcileri olarak büyük bir hırsla kendilerini ekonomik özgürlüğe vermiş olan Jirondenler, kendi savaş siyasetiyle yol açtığı halk tepkisi karşısında korkuya kapıldı. Jirondenler, her şeyden önce mülkiyetin, en azından servetin egemenliğini yitirmekten korkuyorlardı. 10 Ağustos onlar olmaksızın tamamlandı ve bu durum onlar için felaket oldu. Yasama Meclisi pasif yurttaşların 30 Temmuz’da Ulusal Muhafız Alayı’na katılmalarına izin verdi: Eğer anavatan tehlikedeyse halk görevi başında olmalıdır, deniyordu.

Jirondenler halka karşı savunma yaparken Jakobenleri suçluyordu: “Mahvedenler, her şeyi, mülkiyeti, refahı, yiyeceklerin fiyatını, toplumda yerine getirilen çeşitli hizmetleri eşitlemek isteyenlerdir”(Fransa’nın Tüm Cumhuriyetçileri’ne Çağrı – Ekim 1792). Jakobenlerin sözcüsü Robespierre ise bir ay önceden “cumhuriyeti sadece kendileri için kurmak isteyen, sadece zenginlerin çıkarları için yönetmeye niyetlenen sahte yurtseverleri” suçlamıştı.

Robespierre: “En yüksek hak yaşama hakkıdır, yani ilk sosyal yasa, toplumun tüm üyelerine yaşamak için gerekli kaynakların güvence altına alınmasıdır, diğer tüm yasalar buna bağlıdır.” diyerek kamucu siyasetin maddi koşullarını kaynaklarla açıklıyordu. İnsanın yaşaması için gereken kaynaklar insanlara uygun bir biçimde güvence altına alınmalıydı ki Parisli marangoz Richer “Robespierre yönetimi altında kan aktı ama hiç ekmeksiz kalmadık” diyordu. Sosyal taleplerle birlikte korku başka bir biçim alıyordu. Jirondenler ise kralın yaşaması için çabalayarak Avrupa ile olan çatışmayı sınırlayabileceklerini sanmışlardı. Az ya da çok bilinçli bir şekilde aristokrasi ile uzlaşmaya kalktılar. Savaştaki yenilgiler ve Vendee ayaklanmasıyla oluşan tehlike Verniaud 13 Mart 1793’te bile “sosyal insanlar için eşitlik, hukuksal eşitliktir” diyordu. Burjuvazi her ne kadar ulusal bir savaş veriyor olsa da savaş bitince bir iç karışıklıkla karşılaşacağını biliyordu. Sonuç olarak halk hareketi, devrimci hükümet ve sonunda devrimin kendisi geri dönülmez bir noktaya varmıştı. Emek dünyasına ise hala küçük burjuvazinin aklı egemendi ve işçiler ne düşüncelerinde ne de davranışlarında bağımsız bir varlık oluşturabiliyorlardı. Emeğin toplumsal işlevi henüz net bir biçimde kavranmamıştı.

Cumhuriyet Devrimi ve Jakoben İktidarı

O dönemde, cumhuriyet fikri aydınlar ve siyasetçilerin büyük kısmı tarafından bir seçenek olarak görülmez ve ileri bir evreye ötelenirken cumhuriyeti gerçek anlamıyla, yani herhangi bir kral olmaksızın yönetim erkinin halkın seçimiyle belirlendiği bir rejim olarak algılayan ve siyasal alanda da bunun mücadelesini veren az sayıda cumhuriyetçi vardı. Paris çevresinde örgütlenen cumhuriyetçilerin sayısının devrim öncesinde iki elin parmaklarını geçmeyecek kadar az olması şaşırtıcı bir veridir. Aydınlanma filozoflarına ek olarak dönemin devrimcileri de yetkileri kısıtlanmış bir kralla birlikte devam edecek bir monarşinin halk egemenliğine engel olmayacağı konusunda hemfikirlerdi. Cumhuriyet fikrinin devamlı ötelendiği bu durum, devrimden sonra XVI. Louis’nin, Avusturya’ya kaçmaya çalışırken Varennes’de yakalanıp Paris’e geri getirilmesinin ardından yükselen cumhuriyetçi dalgayla ortadan kalkabilmişti.

XVI. Louis tahttan indirildikten bir süre sonra, 1793’te vatan hainliği suçlamasıyla idam edildi. Bu olayın ardından Fransa’da “Terör Dönemi” olarak anılan dönem açılmış oldu. Kralın bile idam edilebilir olduğunun görülmesi, toplumda ciddi bir çalkantı ve güvensizlik havası yaratmıştı. Ayrıca Fransa’da monarşinin ortadan kaldırılıp cumhuriyet rejiminin kurulması tartışması gerçekçi bir hak alınca, Avrupa’daki diğer krallıklarından yoğun bir siyasal basınç gelmeye başlamıştı. Kısa süre sonra Fransa’daki iç karışıklıklar ve meclis içindeki siyasal mücadeleler yetmiyormuş gibi, bir de Prusya ve Avusturya İmparatorluğunu ile savaşa girildi Savaş yüzünden ekonomik anlamda da sarsılan Fransa’da iç güvensizlik katlanılmaz bir hal alınca, Jakobenler lideri Maximilien Robespierre “Kamu güvenliği Komitesi”nin başına geldi. Robespierre döneminde birçok insan karşı devrimci olmakla suçlanarak idam edildi. Bu dönem Jakobenlerin iktidar alanında tekleştikleri, Jirondenleri ve devrim için tehdit olarak gördükleri bazı siyasal figürleri ortadan kaldırdıkları dönemdir.

Robespierre’in en önde duran siyasal aktör olduğu bu dönemin bir diğer özelliği de son derece radikal bir laiklik anlayışının ülkede yerleşik kılınmaya çalışılmasıydı. Kilise egemenliğine doğrudan savaş açan Robespierre ve Jakobenler, dini motiflerin hem siyasal hem toplumsal alandan silinmesi için radikal adımlar attılar. Dini takvimin kullanımdan kaldırılması ve dini olmayan yeni bayram günlerinin belirlenmesi bu radikal adımlardan bazıları. Aydınlanma döneminin düşünsel ve politik aklını taşıyan Jakobenler, bilimsel bilginin ve aklın gündelik yaşama gitgide daha fazla hakim olması için çabaladılar. Bu ilerici aklın en gelişmiş formu, 1789’a kadar burjuva liberalizmiydi. Hobsbawm, burjuva liberalizmini besleyen ve ilerici kılan Aydınlanma dönemi aklını şöyle tanımlar:

Bu, güçlü bir biçimde rasyonalist (akılcı) ve laik (din dışı) bir felsefeydi; yani insanın, aklını kullanarak ilkece tüm sorunlarını kavrayıp çözebilme yeteneğine ve irrasyonel davranışların ve kurumların, insanları aydınlığa götürmekten çok karanlığa sokma eğilimi taşıdıklarına inanan bir düşünceydi.”7

Robespierre ve Jakobenlerin yönetimdeki ağırlığı devam ederken krallık yanlısı karşı devrimci birkaç isyan çıkmış ve sert bir şekilde bastırılmıştı. Ancak toplu idamların Fransa’nın tümüne yayılarak devam etmesinin yarattığı güvensizlik ortamı ve Jakobenlerin burjuvazinin geri kalanına oranla çok daha ilerici bir karaktere sahip olması bu dönemde Jakobenlere ve özellikle Robespierre’e karşı tepki uyanmasına sebep oldu. Sonuç olarak Jakoben Kulübü kapatıldı ve 1794’te Robespierre siyasal rakipleri tarafından idam edildi.

Jakobenlerin iktidardan düşmesinin ardından yönetimin beş kişiden oluşan bir heyete devredildiği Direktuar dönemi ve onun ardından da tüm yetkilerin Napolyon Bonaparte’da toplandığı Konsül dönemi gelir. Jakobenlerin gidişiyle cumhuriyet rejiminin sürdürülemez hale geldiği, rejimin askeri bir dikta halini aldığı da söylenebilir. Bu dönemden sonra, Napolyon’un tiranlığını ilan ettiği I. Fransa İmparatorluğu kurulur ve devrimin somut toplumsal kazanımlarının önemli bir kısmı ortadan kalkar. Cumhuriyet bu tarihten 20. Yüzyıla kadar, Fransa topraklarına kesintilerle uğrayabilecektir.

Aydınlanmanın Devrime Katkıları

Devrim öncesinde dünyadaki güncel gelişmeleri de izleyerek Fransa özelinde çıkarımlarda bulunan birçok aydının varlığından söz etmek mümkün. Bu aydınların en çok öne çıkanlarından biri Montesquieu’dür. Monstesquieu, cumhuriyet ve “erdem” kavramlarını özdeşleştirerek cumhuriyet rejiminin önkoşulunun toplumsal alandaki gelişim olduğunu söyler. Toplumun tamamının, siyasetçilerle birlikte bu erdemliliği yakalamasının zorluğundan ve bu durumun sürdürülemez oluşundan söz ederek cumhuriyet rejimini neredeyse ütopik olarak niteler. Bununla birlikte siyasal erkin denetlenmesi için en sağlıklı yöntemin güçler ayrılığı ilkesi olduğunu söyler. Bir diğer Aydınlanma filozofu olan Rousseau ise, cumhuriyetin tanımını görece daha sağlıklı bir çerçeveye oturtarak şöyle der:

Hangi yönetim biçimi altında olursa olsun, yasalarla yönetilen her devlete cumhuriyet adını veriyorum. Çünkü yalnız o zaman kamu çıkarı hüküm sürer ve kamusallık bir önem taşır. Her meşru yönetim cumhuriyetçidir.”8

Bu tanım bir yanıyla cumhuriyeti Montesquieu’nün içine hapsettiği ütopik nitelikten çıkarırken bir yanıyla da meşru olan her yönetimi cumhuriyet olarak niteleyerek kavramı muğlaklaştırır. Rousseau, halk egemenliği sağlandığı takdirde monarşinin bile bir tür cumhuriyet sayılabileceğini öne sürer:

Cumhuriyet sözcüğüyle yalnız aristokrasiyi ya da demokrasiyi değil, genel olarak, yasadan başka bir şey olmayan genel iradenin güdümündeki her çeşit yönetimi anlıyorum. Bir yönetimin meşru olması için egemenin kendisi değil, fakat egemenin görevlisi olması gerekir. Bu durumda, monarşi de cumhuriyet sayılır.”9

Anlaşılacağı üzere Aydınlanma dönemi cumhuriyet tartışmalarının ürünleri, günümüzdeki cumhuriyet kavramını karşılamaktan çok uzaktır. O dönemde ağırlıklı olarak kavramsal düzeyde kalan cumhuriyet tartışmalarının siyasal alana geçmesi ise ancak Fransız Devrimi sürecinin ortalarına denk düşebilecektir. Dönemin diğer aydınları, çoğunlukla Montesquieu’ye ait olan tanımı benimser ve kullanırken Rousseau’nun tanımı toplumsal anlamda ciddi bir karşılık bulmaz. Aydınlanma dönemindeki cumhuriyet tartışmalarına dair bu iki örneğe ek olarak, Voltaire’in meşruti monarşi ve İngiliz sistemi önerisi ile Diderot’nun düşünce ve ifade özgürlüğü üzerine hümanist görüşlerine de rastlamak mümkün. Sonuç olarak tüm bu filozofların Fransız Devrimi’ne öncülük eden kadroları değişen oranlarda etkilediğini görebiliyoruz.

Devrimden Bugüne Bakarken

Fransız Devrimi’nin sonuçlarından söz ederken devrimin hangi talepler üzerinde yükseldiğini ve kendisinden sonraya neler devrettiğini tespit etmek gerekiyor. Talepleri ekonomik ve siyasal olmak üzere iki kategoriye ayırabiliriz. Bu iki kategorinin de devrime öncülük eden küçük burjuvazi ile halkın geri kalanı için farklı içeriklere sahip olduğu söylenebilir. Devrime öncülük eden Fransa burjuvazisinin de talepleri ve mücadele motivasyonları bakımından kendi içerisinde homojen bir nitelik taşımadığını belirtmek gerek. İçerisinde Jakobenler gibi ileri bir kanadı bulundurmasına karşın son ana kadar kralı gönderme yanlısı olmayan bir kesim de dönemin burjuvazisinin karakterini belirliyordu. Bununla birlikte devrimi sürükleyen burjuvazinin yaygın ekonomik statüye (vergilendirme, toprak mülkiyeti vs.) sahip olmak olduğunu söyleyebiliriz. Siyasal alanda ise, ekonomik talepleri de besleyecek daha adil bir temsiliyet mekanizmasının istenildiği görülüyor. Halkın ekonomik ve siyasal taleplerinin ise daha az karmaşık olduğu açık. Özellikle 19. yüzyılın ikinci yarısında vergi yükü altında çok fazla ezilmeye başlayan Fransa halkının ana talepleri, içinde bulundukları ekonomik buhrandan bir an önce kurtulmak ve bu buhranın sebebi olarak gördükleri aristokratların ve kralın yetkilerinin kısıtlanmasıydı.

Buradan hareketle, monarşi ve feodalizmi karşısına alan tüm burjuva devrimlerinin tarihsel olarak ilerici nitelik taşıdığı söylenebilir. Fransız Devrimi özelinde ise özellikle devrimin bir aşamasında son derece radikalleşen cumhuriyet ve laiklik talepleri, devrimin karakterini dünyadaki pek çok burjuva devriminden daha ileride konumlandırmıştır.

Değinilmesi gereken bir diğer konu da Fransız Devrimi’nin “kaotikliği”. 1789 öncesinde ve devrim sürecinde son derece karmaşık ve farklı parametrelere bağlı olan bir süreç işliyor. Buna karşın hareketin içinde, hareketle birlikte devinen öncü kadroların sürecin sonuna kadar mücadeleye herhangi bir rezervle yaklaştıklarına tanık olmuyoruz. Siyasetin ve yaşamın bu denli hızlı aktığı dönemlerde, siyasal öznelerin kendi aralarındaki ve siyasal öznelerle toplum arasındaki ilişkilerin son derece dinamik ve değişken olduğu da bir gerçek. Dolayısıyla böyle dönemlerde neredeyse apolitizme denk düşecek bir “ilkeselciliğe” başvurulmadığını söyleyebiliriz.

Ancien Regime döneminde yönetim erkini elinde tutan aristokrasi, tüm ayrıcalıkları ve toplumsal egemenliği ile birlikte parçalanmış ve feodalizm kaldırılmıştı. Bu da feodalizmden kapitalizme geçişte belirleyici bir aşama demekti. Devrim sürecinde eski topluma en ağır darbeyi küçük üreticilerin, köylülerin ve zanaatkarların isyanları vurmuştur. Kapitalist üretim tarzı özerkliğini hem tarımda hem de sanayide sağlamlaştırdı, bu da burjuva üretim ve dolaşım ilişkilerinin önünü açtı. Ancien Regime’İn devlet iskeletinin parçalanması, Direktuar’dan imparatorluğa kadar geçen zaman içinde burjuvazinin çıkarları ve taleplerine uygun modern bir devletin inşasına zemin hazırladı. Sınırsız girişim ve kar özgürlüğünün yolunun açılmasına kanıt olarak da 19. yüzyıl tarihi örnek verilebilir.

Sonuç olarak Fransız Devrimi, bugün Türkiye’de toplumsal gelişim açısından gerisine düştüğümüz bir tarihsel sıçramayı ifade etmektedir. Aydınlanma dönemi boyunca felsefi alt yapısı oluşturulan cumhuriyet ve laiklik kavramlarının siyaset düzlemine indirildiği, iki kavramın birlikte “var oldukları” ilk tarihsel moment olan Fransız Devrimi, özellikle bu iki başlıkta verilecek güncel mücadeleler için çokça deneyim aktarıyor bizlere. Tarih boyunca teokrasiye, monarşiye, saltanata, padişahlığa karşı verilen mücadelelerin en genel anlamıyla iki mücadele başlığının ortaklaştırılması anlamına geldiğini söyleyebiliriz: Dinin toplumsal yaşam üzerindeki tahakkümüne ve halkın yönetim mekanizmalarının dışında bırakılışına karşı verilen mücadeleler. Fransa köylü ve yoksullarının, aristokrasi ve ruhban sınıfına karşı burjuvaziyle birlikte verdiği varoluş mücadelesi, bugün işçi sınıfının gericilik ve diktatörlükle mücadelesinde karşılık buluyor. 1789 Fransa’sında Versailles’ın temsil ettiği dinsel yönetimi ve diktayı bugünün Türkiye’sinde “kaçAKsaray’ın” yobazlığı ve saltanatı temsil ediyor. Krallarla, padişah bozuntularıyla, yobazlarla mücadelenin yolu ise iki yüz elli senedir aynı: Bilimsel ve kültürel üretimden beslenen cumhuriyetçilik, laiklik savunusu ve devrimci cesaret. Türkiye’deki genç devrimcilerin Jakobenlerden ve Robbespierre’den öğrenecekleri fazlaca şey olduğunu akıldan çıkarmamak gerek. Padişah bozuntusunun sonunun ise XVI. Louis gibi olmaması için daha akıllı davranmasını tavsiye ediyoruz.

*Tocqueville, Alexis. Eski Rejim ve Devrim. 231.

**Hobsbawm, Eric J. Devrim Çağı (1789-1848). 109.

Dipnot

  1. Ağaoğulları, Prof. Dr. Mehmet Ali. “Fransız Devrimi’nin İlk İki Yılında Cumhuriyet Tartışmaları.” 4. Web. http://dergiler.ankara.edu.tr/dergiler/42/461/5242.pdf
  2. Soboul, Albert. Fransız Devrim Tarihi. 188
  3. Soboul, Albert. 191.
  4. Albert Soboul – Fransız Devrimi’nin Kısa Tarihi. 46
  5. Soboul, Albert – Kısa Tarihi – 67.
  6. Soboul, Albert – Kısa Tarihi – 67.
  7. Hobsbawmi Eric J. 435.
  8. Ağaoğulları, Prof. Dr. Mehmet Ali. 5.
  9. Ağaoğulları, Prof. Dr. Mehmet Ali. 5.