“Aydınlanma Nedir?” Üzerine

Üniversiteye geçiş sınavına hazırlandığım yıllarda edebiyata dair ilgim Sovyet romanı üzerinde yoğunlaşmış, dünyanın ilk sosyalist devletini kuran ve yerleştiren kuşakların yazdıkları metinleri birbiri ardına okumuştum. Bu okuma stratejisi sınav hazırlığının yoğunluğu yüzünden güncel siyasetten uzak kaldığımda devrimci heyecanımı yüksek tutmaya yardımcı olmuş; devrimci bir görev olarak gördüğüm üniversiteye yerleşme konusundaki irademi diri tutmuştu. Tahmin edilebilir ki tek bir alan üzerine yoğunlaşan okuma rutinim, gündelik hayattaki tartışma konularımı da belirlemiş; uzunca bir süre çevremdeki herkes ile Sovyet edebiyatı üzerine konuşmuş, ikna edebildiğim arkadaşlarımın çoğuna bu kitapları okutmuştum. Benim için şaşırtıcı olan, kendimi sonunu okumaktan zor alıkoyduğum hikayelerin arkadaşlarım tarafından abartılı bulunmaları, bana enerji taşıyan karakterlerin ise arkadaşlarıma en iyi niyetli ifade ile ‘’karikatürize’’ gözükmeleriydi. Devrimci siyasetin güncelliğe müdahale olanaklarının kısıtlı olduğu bir dönemde; toplumu ve hayatı devrimci bir perspektife yeniden kuranların öykülerinin geniş toplamlar için ilişkilenmesi zor hikayeler olduğunu şimdiden baktığımda görmekteyim. İnsanların toplumsal gelişmeler karşısında kendilerini ‘’nesne’’ olarak hissettikleri koşullarda, tarihin akışını belirleme iddiası ile hareket eden karakterlerin gerçek olamayacak kadar ortalamadan uzak görülmeleri anlaşılabilir bir durumdur.

İnsanın içerisinde bulunduğu nesnel koşulların bir ürünü olduğu çoğu öğrencinin hayatında en az bir kez karşılaştığı bir önerme. Günümüzde Marksizm ile ayrıştırılamaz hale gelmiş bu iddia liberallerin Marksizmi ‘’indirgemecilik’’ ve ‘’sığlık’’ ile itham etmek için çarpıttıkları gibi; insanların sahip oldukları karakterin oluşumu sürecinde, kendi istek, eğilim ve iradi müdahalelerini yok sayan bir analiz düzlemi oluşturmaz. Aksine bu iddianın kendisi; kişilerin hayata yaptıkları öznel müdahaleleri, onların eğilimlerini ve isteklerini de belirli kırınımlardan geçerek içerisinde bulunulan tarihsel dönemin çelişkilerinin ve onların görüngülerinin sınırlandıracağı öngörüsünü de içermektedir.1 Yani kısacası her tarihsel dönem, kendi gerilimlerine göre karakterler yaratır ve tarihsel dönüşümler bu karakterlerin elleri ile gerçekleşir. Buradan yola çıkarak benzeşen tarihsel dönemlerin, birbirine yakınsayan karakterler yetiştirmesini beklemek akıldışı olmayacaktır. Bu durum bütün devrimci kalkışma dönemlerinin birbirine benzeyen ve liberaller tarafından ‘’ortalama militan’’ olarak mahkum edilen karakterler yaratmasının altında yatan sebeptir; zira devrimci kalkışma dönemlerinde gelişmelerin rotasını değiştirmeye cesareti, tarihin akacağı yatağı belirleyecek iradesi olan toplumlar belirler. Böylesi toplamların belirleyici tavır al(a)madıkları kalkışma dönemleri ise insanlığın yükselen karanlık karşısında çaresiz kaldığı, boğuk dönemler olarak tarihe geçerler. Bu yüzdendir ki bugün Sovyet romanı ile tanışan Türkiyeli öğrenci, bu alana daha fazla heyecan ile eğilecektir. Ülkemiz devrimci bir kabarma dönemine doğru hızla giderken, bir kez daha cesaret ve irade, gelecek günleri belirleyecek toplamlar için kuvvetlenen karakter özellikleri haline gelmektedir. Hem Petrogradlı, Hamburglu devrimcilerin hikayelerinin, bugüne AKP Türkiyesi’nin kurulduğu yılların ‘’ yaprak kıpırdamayan’’ günlerinden bakan bir toplamdansa; hayata yaklaşırken referansı Haziran barikatları olan bir toplamın hoşuna gitmesi kimseyi şaşırtmayacaktır.

‘’Laiklik’’ üst başlığı ile hazırlanan bir dosyada böylesi bir girişe sahip bir yazının bulunması şaşkınlık yaratabilir; hele ki yazının temel amacının Immanuel Kant tarafından yazılan ‘’ Bir Sorunun Cevabı: Aydınlanma Nedir?’’ makalesini irdelemek ve gündeme taşımak olduğu öğrenildiğinde, var olan şaşkınlığın derinleşmesi olağan olacaktır. Yazının ilerleyen kısımlarında geri dönmek üzere, Kant’ın geniş toplamların aydınlanamamasının temel sebebini tembellik ve iradesizlik olarak gördüğünü söyleyip devam edelim.2

AKP Türkiye’si, Türkiye burjuvazisinin bu coğrafyayı taşeronlaştırarak soğuk savaş sonrasındaki emperyalist sistematiğe eklemesi projesinin bir ürünüdür. Emperyalist bir dünya düzeninde, emperyalist kurgunun bütünüyle ilişkilenemeyen bir kapitalist ülkenin kendisinin varlığını sürdüremeyeceğini hatırlatarak, AKP projesinin Türkiye burjuvazisi adına vazgeçilmez olduğunu tekrardan vurgulamak gerekir. Proje, yöneten sınıf adına vazgeçilmezdir ama projenin kendisinin kriz başlığı haline gelmiş olduğu gelinen noktada aşikardır. Bir emperyalist taşeronluk kurgusunun gereği olarak Türkiye halkının halk olma iradesine savaş açan AKP Türkiye’si, teslim alamadığı bir halk dinamiği karşısında çatırdamaya başlamıştır. Bu tarihsel karşı karşıya kalışın üzerine bir de yaklaşan iktisadi kriz ve emperyalizmin genel ideolojik krizi eklendiğinde; kitlelerin katılımına açık, hareketli ve devrimciler açısından sayısız olanak barındıran bir tablo görünün hale gelir.

Bir önceki paragrafta betimlediğimiz kriz durumu, temelde, Türkiye’ye halkı ile onu halk olmaktan fersah fersah geri bir pozisyona ikna etmeye çalışanlar arasındaki kavga taraşından belirlenmektedir. Yani krizin kendisi bu coğrafyanın aydınlanma mirası ile ilgilidir; bir tarafta onu yok etmeye çalışanlar, bir tarafta ise ona sahip çıkanlar konumlanmaktadır. Aydınlanma mücadelesinin belirlediği bir krize müdahale etmek isteyen devrimcilerin aydınlanmanın kendisini ele alması ise bir zorunluluktur. İşte Kant aydınlanma mücadelesinin başlangıç noktası olarak gündeme burada girer.

Kant mistik olana ilk darbeyi vuran, insanın kendi kaderini belirleyebileceği iddiasını toplumsal hayata ilk olarak sokan karakterdir. Mistik olanı geriletme mücadelesini yürütenler ise, ‘’ bilmeye cüret edenlerin’’ açtığı zeminde ilerlemek durumundadır. Bu zeminin sağlanmadığı koşullarda bilme eyleminin değiştirme ile eşlenmesi imkansız hale gelecektir.

Kant tarafından, inceleyeceğimiz makalenin başlığında ortaya atılan sade soru; makalenin ilk cümlesi ile sade bir biçimde cevaplanmıştır: ‘’ Aydınlanma, insanın kendisini mahkum ettiği bir çocukluk (Unmündigkeit-doğrudan çevirisi reşit olmama hali, fakat kastedilen irade sahibi olmama durumu) durumundan çıkıştır.’’3 Bu tanımın yanına bir de Kant’ın geniş kitlelerin özgür olmaları durumunda, Aydınlanmanın kaçınılmaz olacağı konusundaki tespiti yerleştirilirse4, iki kavram üzerinden makalenin özünü tartışmak mümkün hale gelecektir: Özgürlük ve irade. İşin irade kısmı açık: Aydınlanma kendi düşünürleri tarafından insanın kendi yaşantısını belirlemesiyle açıklanıyor. Peki insanı koşullar karşısında güçsüz kılan iradesizlik durumunun aşılması ile özgürleşmenin nasıl bir bağı var?

Özgürlük ve aydınlanma arasında makale tarafından kurulan bağı analiz etmeye makalede özgürlüğün tam olarak nasıl tanımlandığına bakarak başlamak sağlıklı olacaktır. Kant’ın Aydınlanma için insanların özgür bırakılmalarının yeterli olduğunu, hatta özgürlüğün aydınlanmayı herkes için zorunlu kılacağı ifade ettiğini biliyoruz. Geniş kitleler için istenen ‘’ özgürlük olarak tanımlanabilecek şeylerin en masumu: toplumsal meselelerde kendi aklını kullanma hakkı’’dır.5 Yani özgürlük toplumsal bir olgu olarak kendi aklını kullanabilme ve bu akıl yürütmesinin sonuçlarına göre hareket edebilme yeteneği olarak tariflenmiştir. Bu tarif bütün MEB kitaplarda yapılanların aksine kişinin isteklerini keyfince yerine getirebileceği bir serbesti ortamına denk düşmemektedir. Aksine özgürlük olarak ortaya konulan şey; insanın hayata aklıyla müdahale edebilmesi ve bu müdahalelerin bütününün insanın hayata aklıyla müdahale etmesinin önünü açan bir tarzı sürdürmesidir. Yani bir ortak toplum çıkarı ve tarihsel ilerleme çizgisi üzerinde, insanın nesnelliğin gerektirdiği şekilde konum alması ve bu konumun dışına düşenleri karşısına almasını tanımlamakta, Rousseau’ ya atfedilen ‘’pozitif özgürlük’’ tanımına yakınsamaktadır.6 Bu haliyle özgürlük Aydınlanma düşüncesinin ayrılmaz parçası, modern toplumun tanımlayıcı ideolojik motiflerinden birisidir.

‘’Eğer aydınlanmış bir çağda mı yaşıyoruz diye sorulursa, cevap hayır olacaktır. Hayır, ama bir Aydınlanma çağını yaşıyoruz’’7. Aydınlanma olgusunun kendisi bir oluş olarak değil, bir süreç olarak algılanmalıdır; her değişen koşulun yeniden akılla irdelenmesi, her dönemde insanın kendi kaderini belirleme iddiasını yeniden üretmesi gerekir. Tarih ilerler de kuramsal çerçevenin kendisi ilerlemez mi? O da ilerler; aydınlanma birikiminin açtığı yoldan ilerleyenler, onun ürettiği kategorileri daha gelişkin bir bütünlük içerisinde ele alırlar. Halk kitlelerinin siyaset sahnesine çıkması aydınlanma düşüncesini geniş kitlelerin toplumu ve dünyayı anlamasının temeli kılarken; aynı zamanda toplumun ortak çıkarının olan değil yaratılan bir şey olduğunu, özgürlük olarak tanımlanabilecek şeylerin en masumunu bile kitleselleştirmenin bir kavganın ürünü olacağını kanıtlarlar. Aydınlanma başlangıç enerjisini kendisinin verdiği bir toplumda varlığını sürdürmek için ileriye çıkmak durumunda kalır. Bireysel epistemolojik bir kopuş olmayı aşıp, bir mücadelenin etkin bir parçası olur. Artık eylem anlamak değil değiştirmektir.

Gelinen noktada aydınlanma düşüncesi daha da ileriye çıkmak durumundadır. Aydınlanma düşüncesi ile yönetme erkine erişen burjuvazi ve onun düzeni bütünlüklü olarak aydınlanma mirasına savaş açmışken; Aydınlanmayı taşımak durumunda olan geniş kitleler onu bir silah haline getirmeyi bilmek durumundadırlar. Bu tarihsel karşı karşıya kalışın belirleyici sonucu, aydınlanma mirasının alacağı yeni formu belirleyecek olan ise ;- tarihin bu döneminin yumuşak karnı olan- ülkemizdeki mücadelenin seyri olacaktır. Bugünün mücadelesinde ‘’naif’’ taleplere yer yoktur, şiar ‘’ Aydınlanmanın önündeki bütün engeller kaldırılmalıdır!’’ olmalıdır.

Aydınlanma mirasının modern siyaset denklemi için ve ülkemizdeki güncel siyasal mücadelelerde tuttuğu önemli yer bugün birçok siyasi metnin temel konusu haline geliyor. Kuram ve strateji tartışmalarını önemsizleştirmemesi gereken, fakat kendisi de önemsiz olmayan bir başka başlık da yaklaşan dönemde gündemimize giren cesaret ve irade başlıklarıdır. Eğer bir tarihsel dönemin belirleyici kavgası bizim ülkemizde ve bizlerle verilecekse; bu coğrafyanın ilerici hareketinin her bir parçası tarihin üzerine yüklediği sorumluluğu hissetmeli, olanakların heyecanını duymalıdır. Şüphesiz ki bu enerjinin üretildiği bağlam tek tek insanların ülke bütünlüğü ve siyaset ile kurduğu bağlar olacaktır; fakat kurulan bağların sağlıklılığının ölçütü aydınlanma mirası ile kurulan sağlıklı bağlardır. Cesaret ve irade; nesnelliği belirleyen, kadere meydan okuyan bir konum tarafından üretilirler. Ancak bilmeye cüret edenler, değiştirme iradesini kendilerinde bulacaklardır. Mistik olana savaş açan, insan aklını ortaklaştıran payda olarak sunma cesaretinin ilk ifadesi olarak Aydınlanma’ nın klasik metinlerine bugün kuramsal değerlerinin yanı sıra, bahsettiğimiz iradeye temas etmek için de geri dönülüp bakılmaya değer.

*Yazıda bahsi geçen makalenin çevirisi yazarın kendisine aittir. Çeviriler “Bir Sorunun Cevabı: Aydınlanma Nedir?” makalesinin Almanca orijinalinden yapılmış olup, Mary C. Smith’in yapmış olduğu İngilizce çeviri ile karşılaştırılmıştır.

Dipnot

  1. ÇULHAOĞLU, Metin, Binyılın Eşiğinde Marksizm ve Türkiye Solu, YGS Yayınları, 2. Baskı, sf. 106 “Yapılan ve sakıncalı olan, bu özü bütün içerisinde sınırları çizilmiş özel bir mekana yerleştirmek ve bu özü o mekandan bütünün diğer parçalarına yaydığı saf (karışmış olmayan) etkilerle belirleyici saymaktır. Oysa öz, ortak ve düzenli olandır; karmaşık bir eklemlenmedir, değişik belirlemelere bölünüp ayrılan bir bütünlüktür. Dikkat edilirse, aynı bütünlük içindeki başka parçaları kendi ayrışmış mekanından belirleyen bir özel kerte anlayışı ile, kendi karmaşık eklemlenmesi içerisinde bütünün parçalarına içkinleşmiş bir öz anlayışı arasında çok büyük fark vardır.
  2. KANT, Immanuel, Bir Sorunun Cevabı: Aydınlanma Nedir? “Korkaklık ve tembellik (iradesizlik); doğanın insanlığı yabancı yönlendirmelerden azat etmesinden bu kadar süre sonra, insanların çoğunun hala ve hayatları boyunca çocuk kalmalarının temel sebebidir.”*
  3. A.g.e.
  4. A.g.e. “Geniş kitlelerin aydınlanmaya ulaşmaları, özgür bırakılmaları koşulunda mümkündür; hatta bu koşullar altında aydınlanma kaçınılmaz bir hale gelecektir.”*
  5. KANT, Immanuel, Bir Sorunun Cevabı: Aydınlanma Nedir?*
  6. SİLİER, Yıldız, Özgürlük Yanılsaması, Yordam Kitap, 4. Basım, sf. 75 “… gerçek özgürlük kuralsızlık ya da başıboşluk değil, kendi kurallarını koyma ya da kendini yönetme yeteneği ile ilişkilidir. Hiçbir kuralın olmadığı durumda değişken arzularımızın kölesi olur ve sürükleniriz. Sadece bugünün yaşandığı, geçmiş ve gelecekle hiçbir bağın olmadığı böylesi bir “serbestlik”, hayvanların da yaşadığı bir durumdur ve insana özgü olan (yani özgür iradeye ve kendini mükemmelleştirme yeteneğine dayalı olan) gerçek özgürlükten farklıdır.”
  7. KANT, Immanuel, Bir Sorunun Cevabı: Aydınlanma Nedir?*