FKF’nin ne amaçla ve nasıl kurulduğunu bize biraz anlatabilir misiniz?
FKF’nin kuruluşu, tarihimizde önemli bir dönüm noktası. Ve tarihten bahsederken her dönemi kendi koşulları çerçevesinde değerlendirmek lazım. 1960’lı yıllar, dünyada anti-emperyalist mücadelenin yükseldiği, ulusal kurtuluş savaşlarının ön plana çıktığı, örneğin Vietnam’da Vietkong’un Amerikan emperyalizmina karşı, bir avuç olmasına rağmen diz çökmediği ve zaferler kazandığı, Che’nin Küba’da, Latin Amerika’da, dağlarda devrim aradığı ve Amerikan emperyalizminin pisliğine, Amerikan gençliğinin bile karşı çıktığı bir ortamda, Türkiye’de de bunun gelişmelerinin olduğu yıllardı. Türkiye’de 1960 ihtilalinin yapılması, ’61 Anayasası’nın kısmi de olsa demokratik birtakım özgürlüklerin önünü açması, örneğin kitap yasaklarının kalkması, gençlerin bütün yayınlanmış tercüme sosyalist yayınları ve Marksist klasikleri izleyebilmesi ve örgütlenmenin önünün açılması, bu örgütlenmeninin önünün açılması ile Devrimci İşçi Sendikaları Konfederasyonu’nun kurulması, Türkiye İşçi Partisi’nin kurulması ve bütün bunların üzerinde Amerikan emperyalizminin ne menem bir şey olduğunun görülmesi vardır. Örneğin Kıbrıs bunalımında 1964’te Johnson, mektubunda Amerika tarafından size verilen silahların kendi çıkarları doğrultusunda Kıbrıs’ta kullanılamayacağını söyleyerek kendi yüzünü, o çirkin yüzünü açığa vurması ve Türkiye İşçi Partisi’nin, özellikle Genel Başkan Mehmet Ali Aybar’ın, 15 milletvekili ile Meclis’e girmeleri ve burada yaptığı yayınlarla birtakım gizli anlaşmaları ortaya çıkarması, örneğin Türkiye’de 101 Amerikan üssünün var olduğunun ortaya çıkarılması, Amerika ile olan ilişkiler ile Türkiye’nin tamamen siyasi olarak bağımlı hale gelmiş olduğunu açıklaması belirli bir tepkiyi ortaya çıkardı. Hem düzene karşı bir tepkiydi bu, niye düzene karşı? Çünkü bize söylenenin dışında,Türkiye’de bir kurtuluş savaşı, emperyalizme karşı bir savaş gerçekleştiğini, Türkiye’nin bağımsız olduğunu duyarak yetiştik o zaman, annelerimizden babalarımızdan duyarak. Hiç de böyle olmadığını gördük Giderek, kapıdan kovulan emperyalizmin bacadan Türkiye’ye girdiği görülüyordu ve bu girişte de egemen güçlerin, Türkiye’yi idare edenlerin sistemin dışında bir arayış içerisindeydi gençlik. Yani, Amerikan emperyalizmine bağlılığa karşı çıkıyordu. Türkiye’yi bu hale getirenlere karşı da bir muhalefetin örgütlenmesini gerekli görüyordu. Bu anlamda Türkiye İşçi Partisi yeni bir soluk getirdi bu tür düşünen gençliğe. Ve dolayısıyla 1965 yılında yapılan seçimlerde TİP’e verilen oylar üniversitelerde yüksek çıktı. Özellikle Yüksek Öğretmen Okulu’nda ve Siyasal Bilgiler Fakültesi’nde birinci parti olarak çıktı TİP. Bundan alınan hızla, ilk kez Türkiye’de o güne kadar iktidar yanlısı gençlik örgütleri ve muhalefet yanlısı gençlik örgütleri yani düzen içinde kalan gençlik örgütlerinin dışında kendi bağımsız iradesiyle ve sisteme karşı olan gençlik örgütleri bir federasyon çatısı altında daha güçlü olarak ortaya çıkmanın kararını verdiler. Yani Fikir Kulüpleri Federasyonu, böylece 12 Kasım 1965’te yapılan toplantıdan sonra beş tane fikir kulübünün bir araya gelmesiyle kuruldu. Yani FKF’nin kurulmasının mayasında anti-emperyalist gençliğin sisteme ve Amerikan emperyalizmine karşı çıkışı yatıyordu. Bununla örgütlenen ve başlangıcında bu olan bir örgütlenmedir Fikir Kulüpleri Federasyonu.
FKF’nin kısa bir süre çıkan, Dönüşüm isimli bir dergisi var. Bu derginin hemen her sayısının dağıtımı Ankara’da ciddi olay oluyor. Faşistlerin saldırısını üzerine çekiyor. Bu derginin yarattığı etkiyi anlatır mısınız biraz?
Size garip gelecek ama Dönüşüm olayları bende son derece önemli bir etki yapmıştır. Tersten bir etki yapmıştır. Ve bu etkiyle benim devrimci mücadeleye, anti-emperyalist mücadeleye ilgi duymam ve devrimci mücadelenin içerisine girmeme neden olmuştur. Ben Atıf Bey’de büyüdüm, gecekondu çocuğuyum ve o zamanlar daha gençtim. 1965-66 dönemleri, ben lisedeydim daha. Ve o kültürün etkisi aslında anti-komünizm olarak karşılık buluyordu. Komünizm konusunda yedi başlı ejder gibi gözümüzde büyüttüğümüz bir olay vardı. Dönüşüm olaylarında biz tam tersine Dönüşüm dergisi satanları susturmak üzere gittik Atıf Bey’den bir grup olarak. Fakat orada enterasan bir durum vardı. Orada gençler bağımsız Türkiye, kahrolsun Amerika gibi Amerikan karşıtı ve bağımsızlık isteyen bir anlayışla dergi satıyorlardı. Bu sadece beni değil, gittiğimiz grubu da etkiledi. Orada dövüştük, karşı koyduk ama mahallemize döndüğümüz zaman tartıştık bunları. Yahu arkadaşlar biz kendimize milliyetçiyiz diyoruz yurdumuzu seviyoruz diyoruz, bu adamlar bizden çok seviyorlar, biz niye dövdük bunları diye. Yani eğer gerçekten milliyetçiysek, öyle bir duygu ile hareket ediyorsak Türkiye’nin bağımsızlığını bizim de savunmamız lazım, Amerika Türkiye’ye bunları yapıyor şeklinde tartıştık. Ve ondan sonra, lisede Genç Sosyalistler diye kendi adımızda bir illegal örgütlenmeye gittik. Yani Dönüşüm’ün etkisi bana böyle yansıdı.
Bu anlamda sanoyprum ki şunu söyleyebiliriz, anti-komünizmin belirleyiciliği altındaki Türkiye sağı, gençliğe dair bir vizyon geliştiremiyor, gençliği temsil edemiyor.
Evet, edemiyor tabii. Ama onun verdiği ideolojik şeyle gençlik bilinçsizce kendini milliyetçi sanarken, anti-komünist sanarken düzene hizmet ediyor, emperyalizme hizmet ediyor. Yani Türkiye’nin gelişmesinin karşısında durduğunun bilincinde değil. Ama bu tür hareketlerle etkilendi. Mesela Yusuf Aslan da bu tür hareketlerden gelmiş biridir. Onun için, gençlik mücadelesinde siz yıllar sonra FKF’yi yeniden ayağa kaldırarak çok önemli bir iş yaptınız. Yani önce ODTÜ ayağa kalktı, şimdi FKF ile devrimci gençlik yürümeye başladı. Uzun yıllardır baskı altında tutulmuştu. FKF’nin ilk kuruluşundan önce ideolojik baskı altında gençliği bir anti-komünist, sermayenin hizmetine sunmaya yönelik hareketlerin karşısında FKF nasıl ayağa kalktıysa, ufaktan ufağa güçlendiyse bugün de FKF bunu dikkate almalıdır. Yani bugün bizim karşımızdaymış gibi görünen bir takım arkadaşlar bu ideolojik çarpıtmanın içerisinde olabilir. Yani bunlara anlatmak, kavratmak ve saflarımıza çekmek lazım. Bunları kemikleştirmek lazım, doğrudan karşımıza almamamız lazım Yani gençlik heyecanlıdır, bağımsız düşünen bir gruptur, bu nedenle düzenin onları esir alması çok zordur. Ama ideoloji ile alır, telev,zyon ile alır, saptırması mümkündür. Bu sapmışlıktan biz kurtaracağız.
Aslında gençlikten bahsederken es geçemediğimiz bir nokta olarak anti-emperyalizm karşımıza çıkıyor. Bu noktada ilk FKF’nin “NATO’ya Hayır” kampanyası önemli sanıyorum. Bu kampanyadan biraz bahseder misiniz?
Şimdi, demin söylediğim gibi; Vietnam’da NATO güçleri kullanıldı. Meclis’te araştırmalar verildi. Yani TİP’in Meclis’e gelmesiyle beraber biz Türkiye’de 101 NATO üssünün olduğunu öğrendik. Yani ülkemiz üslerle doluydu, işgal altındaydı. Şimdi bize şu anlatılmış annelerimiz babalarımız tarafından, Kurtuluş Savaşı, bu anti-emperyalist mücadele ardından Türkiye’nin bağımsızlığını kazandığı söyleniyordu, bağımsız bir ülkede yaşamanın onurunu taşıyorduk. Ama öğrendik ki, Türkiye bağımsız falan değil. 101 tane Amerikan üssü ile işgal altında, barış gönüllüleri ile işgal altında. Biz bunları her tarafta gördük, ODTÜ’de bunları gördük. Barış gönüllüleri bize ders veriyordu, Türkiye’nin her tarafında geziyorlardı. CIA ajanlarının cirit attığını kavradık. Ve onun için Adana-İncirlik’te ve diğer yerlerde üslere karşı ve NATO’ya karşı bir kampanya başlattık ve dediğim gibi 1964’teki o Johnson mektubu da diyordu ki: Sen benim sana verdiğim silahları kullanamazsın, ben emrediyorum. Bu da belirli bir şuur yarattı. Ve bundan dolayı Amerika’nın Türkiye’den gitmesi ve üslerin kapatılması için geniş bir kampanya başlattık, “NATO’ya Hayır” kampanyası. Ve gerçekten devrimci gençler bütün Türkiye’yi köylerine ayırarak bölgelere ayırarak karış karış dolaştılar. Biz NATO’yu istemiyoruz bu üslerin kpatılmasını istiyoruz diyerek imza topladılar, mitingler düzenlediler, yürüyüşler yaptılar. Gerçekten hem üslere hem NATO’ya karşı bir düşünce birliği Türkiye’de yaygınlaştı. Hatta Demirel’in o zamank, meşhur lafı vardır: “Üs yoktur, tesis vardır”. Bunları ehven göstermek adına söylenmiştir. O zaman bir de bunun üstüne, Türkiye’de bütün bunlar yaşanırken Amerika’nın 6. Filosu bizim limanlarımızda ülkemizi kirletmeye başladı, 6. Filo erleri genelev gibi kullanmaya başladı. Ve bunlara karşı da gençlik gerçekten anti-emperyalist bir mücadele verdi. İstanbul’da Deniz Gezmiş’in önderliğinde başlattığı hareketle bunların kıyıya çıkması önlendi ve 6. Filo erleri denize döküldü. Ve burada şunu görmeye başladık, demin söyledik ya, düzenin avladığı gençler diye. Daha önce NATO ile beraber, ülkelerde giren stand-behind anlaşması yapılan şimdi Ergenekon diyorlar ya hikaye. Asıl Ergenekono, 1952’de Türkiye’de kurulan kontrgerilla örgütleri, Komünizmle Mücadele Dernekleri, İlim Yayma Cemiyetleri ve daha değişik örgütler içinde benim d aha önce size anlattığım gibi taşradan gelen, gecekondularda bilinçsiz bir kısım gençliğin yine milliyetçi duygularını tersine kanalize ederek devrimci gençliğin üstüne salmak istediler. Bunu dinle birleştirmek istediler. O zamanki yeşil kuşak teorisine göre Türk-İslam sentezi adı altında Türkçülük ve İslamcılığı birleştirerek böylr bir kuşak yetiştirmeye çalıştılar. İşin ilginç yanı bugün bu kuşağın çocukları iktidardalar. Ve onlar biz 6. Filo’yu denize dökerken 6. Filo’yu Kabe kabul edip önünde namaz kılarak bize saldırdılar. Büyük miting vardı o zaman, işçilerle gençlerin birlikte yaptığı. Orada üç işçi kardeşimiz de o saldırı ile öldürüldü, bunlar da büyük infial yarattı. Bunun arkasından bunlar da yetmiyor gibi kommer var biliyorsunuz. Kommer elçi olarak atandı. Elçi atar Amerika hiç önemli değil. Buna bir itirazımız olmazdı bizim. Ama şöyle bir şey var, özellikle ODTÜ gençliği yabancı dil bildiği için dış yayınları da izleyebiliyor. Ve burada biz merak ettik kimdir bu Kommer diye, Kommer’in bir ajan olduğunu ve Vietnam’da pasifikasyon sürecini yürüttüğünü öğrendik. Nedir pasifikasyon hareketi, bir halk hareketini sindirme hareketi. Yani “çekik gözlüleri” öldürme hareketi. Bu adam Türkiye’ye geliyordu, ajandı. Biz bir ajanın, bu adamın Türkiye’ye gelmesini istemedik. Ve gençlik, İstanbul’da, Ankara’da, diğer yerlerde yürüyüşler yaptı nümayişler yaptı. İstanbul’a geldiği zaman Denizler İstanbul’da bunu protesto ettiler, oradan kaçtı. Ankara’da da Esenboğa’da inemedi, arka kapıdan gitti. Bildiğiniz gibi ODTÜ’ye geldiğinde de arabası yakıldı ve defolup gitti. Böyle bir anti-emperyalist gençlik mücadelesi 1968’de devam etti. Ve gençliğin bütünlüğünü koruyan bu mücadele idi, ama tabii sosyalist gençlik, bunun yanında, emperyalist sistemle beraber kapitalist sistemin ayrı olamayacağının bilincinde idi. Onun için kapitalist sistemle de birlikte mücadele etmeye yöneldi.
Biraz da bugüne doğru gelecek olursak, bugün bizim kuruluşuna imza attığımız FKF nasıl bir bağlama oturuyor ve ilki ile arasında nasıl bir bağ vardır sizce?
Tabii FKF “68’in ortamında doğmadı. Dünya çok değişik bugün. Gençlik aslında bir toplumun geleceğidir. Türkiye’de gençlik çok ezilmiştir, hapishanelerde çürütülmüştür idam sehpahalarında yok edilmiştir. ’78 gençliğini de ezmiştir. Ve gençliğin potansiyelini tamamen kapatmak için her türlü önlemi almıştır ve üstünü neredeyse betonlamıştır gençliğin. Aman gençlik bir daha devrimci fikirlerle filizlenmesin diye. Ve uzun yıllar gençliğin sessiz kalması dolayısıyla bunu başardıklarını sanmışlardır. Ben onun için diyorum ki, Türkiye’de gençlik uzun yıllardan sonra ODTÜ Ayakta eylemi ile ayağa kalkmıştır, Türkiye devrimci gençliği ve FKF ile yürümeye başlamıştır. Bu yürüyüş Türkiye’nin önünü açacak bir yürüyüştür. Ve bu yürüyüşte bir de önemli olan şudur, ’68 gençliği kendi göbeğini kesmiştir. TİP de kucaklayamamıştır bu nedenle kendi başına gitmiştir ortaya.
Bugün gençlik tüm tarihsel dezavantajlara rağmen, belli konularda daha şanslıdır. 5 tane Fikir Kulübü’nün birleşmesi ile kurulmamıştır FKF, 110 tane gencin bir araya gelmesiyle kurulmamıştır. Ciddi bir şekilde 5000 kişinin birlikte hareket ettiği bir ODTÜ Ayakta eyleminden sonra bir taraftan tarihi bağlara vurgu yapmıştır o tarihi Devrim Stadyumu’ndan çıkmıştır: Denizlerin, Mahirlerin bütün mirasını almıştır. Ama bir taraftan da onların üzerine bir siyasi doğrultu ve ideolojik bütünlük içerisinde hareket eden bir gençliğin önderliğinde gençlik kucaklanmıştır. Bu çok önemlidir.
Peki, son olarak, bugün FKF’ye dair söylemek istediğiniz bir şeyler var mı?
Şimdi bakın, FKF’nin kuruluşu ve gençliğin yeniden örgütlenmesi, yeniden ayağa kalkması; sistemi dün olduğu gibi bugün de telaşlandırmıştır. Dikkat ederseniz bugüne kadar olamayan şeyler olmaya başlamıştır. Türkiye’de. Ne olmuştur, yine sağ örgütlenmeler saldırmaya başlamıştır gençliğe. Bugün ülkücülerin yerini dinci gruplar almıştır ve gençliğin üzerine gelinmeye başlanmıştır. Üniversitelere gaz attırılarak, polis sokularak gençlik parçalanmak istenmektedir. Bunun karşısında dik durulmasında yarar var, çok akıllı hareket edilmesi gerekmektedir. Gençlğin kendi içerisinde çatışmasının, ne devrimci mücadeleye ne gençlik mücadelesine bir yararı vardır. Yani yine aynı oyunlar oynanıyor, bu oyunların bu sefer sökeceğine inanmıyorum ben ama. Bu oyunlara dikkat etmek lazım. Yani gençliği bütünüyle kucaklamak lazım. Bir de şu yapılan doğrudur, ben izliyorum FKF’yi. Yani kültürüyle, tartışmalarıyla, etkinliğiyle bir bütün olunması lazım. Yani devrimci gençliğin mücadelesi sadece siyasi olamaz. Daha doğrusu siyasi mücadele kültürel mücadeleyle ve diğer mücadeleler ile bir bütündür. Hepsi birbirini tamamlar. Motorun parçalarının beraber çalışması lazım. Bu anlamda FKF’nin yıllar önce kurulan FKF’den çok ötede bir anlamı var. Çünkü burada ortak üretimler, etkinlikler, tiyatrosundan müziğine kadar devrimci mücadele hayatın her alanına girmiş durumda. Bunu çok iyi değerlendirmek lazım diye düşünüyorum.
Tuncay Çelen Kimdir?
1949 yılında Ankara’da doğdu. İlk ve orta öğrenimini Ankara’da tamamladı. 1996 yılında ODTÜ Makina Mühendisliği bölümüne girdi. ODTÜ Sosyalist Fikir Kulübü üyeliği ve yöneticiliği yaptı. 6 Ocak 1969 tarihinde ABD Büyükelçisi Komer’in makam otosunun ODTÜ’de yakılması olayına karıştığı gerekçesiyle gözaltına alınarak tutuklandı. 12 Mart 1969’da tahliye olduktan sonra aynı yıl Türkiye Devrimci Gençlik Federasyonu Dev-Genç Merkez Yürütme Kurulu’na seçildi. Komer olayı nedeniyle ODTÜ’den uzaklaştırıldı, Ankara Üniversitesi Fen Fakültesi’ne kaydoldu. Fen Fakültesi Devrimci Gençlik Derneği Başkanlığı’nı yürüttü. Deniz Gezmiş ve arkadaşlarını saklandığı gerekçesiyle 5 Mart 1971’de ODTÜ yurtlarının aranmak istenmesiyle çıkan çatışma sonucunda tutuklanarak Ulucanlar Cezaevi’ne gönderildi. 12 Mart 1971 muhtırasından sonra diğer siyasi tutuklularla birlikte Mamak Askeri Cezaevi’ne nakledildi. Dev-Genç davasından yargılanarak 9 yıl ceza aldı. 1974 yılında afla cezaevinden çıktı. Tarım işçilerinin sendikal örgütlenmelerinde çalıştı. Sırasıyla Çapa-İş, DİSK Devrimci Toprak-İş, Devrimci Tarım İşçileri sendikalarında yöneticilik ve başkanlık yaptı. 68’liler Birliği Vakfı ve 68’liler Dayanışma Derneği kurucu üyesi, yöneticisi olarak faaliyette bulundu. İşçi emeklisidir. Ömer Gürcan ile birlikte “Hesaplaşma- 68 Gençliği ve Katledilişi” ve “Denizler’den Terzi Fikri’ye Türkiye” kitaplarını yazan Çelen, şu an yeni bir kitap üzerine çalışmalarını sürdürüyor.