Üniversitelere yönelik gerici saldırıların yoğunlaştığı bir dönemden geçiyoruz. Gericiliğe karşı üniversitelerde nasıl mücadele edileceğini tartışmak, ilerici bir kimliği tanımlamayı gerektiriyor. Mücadelenin kendisi ise bu kimliği güçlü bir biçimde örgütlemeyi…
Üniversite Kongresi’ne hazırlanırken hep vurguladığımız bir konu vardı. “Gençlik neyi istemediğini gösterdi” diyorduk. “Sıra ne istediğimizi göstermekte, bunu örgütlemekte”. FKF dergisinin ilk sayısına yazarken de bu sorumlulukla hareket etmek gerekiyor. Üniversitelerde eli sopalı gericileri istemediğimiz, AKP’nin kindar ve dindar nesil hedefinin karşısında durduğumuz açık. İşimiz üniversiteler içerisinde aydınlanmacı kimliği de bir o kadar açık kılmak olmalı.
Bu kimliği daha açık kılmak için Fikir Kulüpleri Federasyonu’nun dergisinde, gençlikle aydınlanmanın ilişkisini sıklıkla yazacağımızı düşünüyorum. Ancak, konunun tamamını hakkını vererek tek yazıda yazmak olanaklı değil. Dolayısıyla bu yazı, bir başlangıç yazısı olarak okunabilir. Bu başlangıç yazısında bir soru üzerinden ilerlemek istiyorum: Nasıl oldu da “fikir” gibi ilk bakışta ideolojik olarak nötr sayılabilecek bir kelime, solun mülkü haline geldi?
İsim ilk bakışta doğrudan siyasal bir tavra ya da bir ideolojiye işaret etmiyor. İsimden çıkarabileceğimiz tek sonuç, üniversitelilerin fikir üretmesine olumlu bir anlam yüklendiği. En azından modernleşme sürecinin başlangıcında gençliğin fikir üretmesine olumlu bakan tek kesim sol değil. Bunu “mektepli” İttihatçılardan ve sonrasında aynı kuşağın uzantıları olan yapısını devralan cumhuriyetin kurucu kadrolarından biliyoruz. Türkiye’nin modernleşme sürecinin başlarında burjuvazinin kadroları ilerici misyonlar üstlenme yeteneğini tam olarak kaybetmiş değil. Bunun için burjuva devriminin tepe noktasına ulaşması gerekiyor. Bu anlamda, tarihsel bir ilerlemenin taşıyıcısı olan kadrolar, gençliğin fikir üretmesine olumlu bir anlam yüklüyor. Gençliğe politik bir misyon biçiyor.
Mesele sadece bu kadroların öznel tercihlerinden de kaynaklanmıyor. Modernleşme sürecinin belirli bir evresinden sonra gençlik, siyasal bir kategori olarak şekillenmeye başlıyor. Burada temel iki etken öne çıkıyor. Bunların ilki, gençliğin üretim ilişkilerinin dışında konumlanması… Bu durum, gençliğe toplumsal ilişkilere dışarıdan bakabilme olanağı kazandırıyor. İkinci etken olarak, üniversitelilerin ideoloji üretilen merkezlere yakın olması öne çıkıyor. Bu etkenler, gençliğin bir aydınlaşma potansiyeline sahip olmasını beraberinde getiriyor. Aydınlaşma potansiyeli ise başka şeylerle beraber aydınlanmanın taşıyıcısı olma potansiyeli anlamına da geliyor.
Aydınlanmanın taşıyıcısı olan gençler, “fikir” üretmeyi bir sorumluluk olarak görüyor. İlk Fikir Kulübü, Ankara Üniversitesi’nde, 1954’te kuruluyor. Kuranların aydınlanmacı olduğu açık… Ancak bu aydınlanmacılık, sosyalist bir karakter taşımıyor. Bunun için FKF’yi beklemek gerekiyor. Fikir Kulüpleri Federasyonu’nun 1965’de kuruluşu, aydınlanma bayrağının daha yükseğe taşınması anlamına geliyor. Gençliğin aydınlanma mirası ile ilişkisi Türkiye’de FKF ile başlamıyor. Ancak, FKF ile yeni bir karaktere kavuşuyor.
FKF ile gelen kopuşun niteliğine bakmak için gençliğin aydınlanma ile kurduğu ilişkinin seyrine bakmak gerekiyor. Türkiye’nin modernleşme hareketlerine baktığımızda karşımıza güçlü siyasal iddiaların zayıf düşünsel temeli kapattığı bir tablo çıkıyor. Bu tabloda aydınlanma düşüncesi, temel olarak memleketi kurtarmaya cüret etmeyi sağlıyor. Akıl yoluyla ulaşılan fikirlerin üzerine inşa edilen bir düzen kurmaya cüret etmek için aydınlanma birikiminin üzerine yaslanmak gerekiyor. Aydınlanmanın damgasını vurduğu dönemde fikir üretmek, memleketin geleceği üzerinde hak iddia etmek anlamına geliyor.
1960’larda gençliğin siyasal iddialarının devrimcileşmesi, üzerine yaslandıkları düşünsel temeli devrimcileştirme çabasına bunun sınırlarıyla karşılaştıklarında ise o düşünsel temelden kopma sürecine yol açıyor. Burada gençlik aydınlanma birikimini sosyalist ideoloji üzerinden yeniden üretme çabasına giriyor. Bunun temelinde gençliğin düzenden yaşadığı siyasal kopuş yatıyor. Bu siyasal kopuş, düzeni daha iyi bir hale getirme kaygısıyla başlıyor. Daha iyi bir düzenin yeni bir düzen olduğu anlaşılmasıyla sonuçlanıyor. Düşünsel kopuş buradan sonra geliyor. Düzen memlekete gelecek sunamadığı ölçüde, daha iyi bir gelecek için fikir üretenler bu fikirleri sınıfsal bir bakış açısıyla üretmeye başlıyor.
Burada “daha iyi bir gelecek”ten kastımızı somutlaştırmak gerekiyor. Aydınlanmanın damgasını vurduğu dönemde “daha iyi bir gelecek”, genel olarak akılcı kategoriler üzerinde somutlanıyor. En genel haliyle eşitlik-özgürlü-kardeşlik temelinde bir düzen “daha iyi” olarak öne çıkıyor. Burjuvazi, işçi sınıfının bu alandaki iddiasından korkarak kendi projesine sırtını döndüğünde ise “daha iyi bir gelecek” isteyenlere iki seçenek kalıyor. Bunlardan ilki bu isteklerinden geri adım atmak, ikincisi ise bu iddialarını işçi, sınıfının yanında yeniden üretmek.
Fikir üretmek, ülkenin geleceğinde hak iddia etmek anlamına geliyor demiştik. Ülkenin önüne eşit ve özgür bir gelecek koyma yeteneği solun tekeline geçtiği ölçüde fikir kelimesi nötr olmaktan çıkıyor ve solun mülkü halini almaya başlıyor. Aydınlanma bayrağını taşımak da bu anlamda solun sorumluluğu haline geliyor. Ancak, ilk taşıyıcılarından farklı olarak, güçlü siyasal iddiaları güçlü bir düşünsel temelle besleyerek…